Hristiyanlık açısından altın günü yapmak dinî ve ahlaki olarak uygun mudur (caiz midir)? Yani Hristiyan inanç prensiplerine ve kiliselerin öğretisine göre böyle bir para biriktirme ve yardımlaşma uygulamasında bulunmak günah veya sakıncalı mı, yoksa kabul edilebilir bir uygulama mıdır? Bu soruyu cevaplamak için hem genel Hristiyan etik öğretisine bakacağız hem de Katolik, Ortodoks ve Protestan gibi farklı Hristiyan geleneklerinin kurumsal tavırlarını, tarihsel yaklaşımlarını ve modern örneklerini gözden geçireceğiz. Amacımız, konuyu detaylı ve doyurucu bir şekilde irdeleyerek, altın gününe dair Hristiyan perspektifini kapsamlı biçimde ortaya koymaktır.
(Ayrıca islam dini açısından altın günü caiz mi ve yahudilik te altın günü yazılarımıza da göz atabilirsiniz.)

Hristiyan Ahlaki ve Dinî Prensipler Açısından Altın Günü
Dayanışma, Yardımlaşma ve Niyetin Önemi
Altın gününün altında yatan temel fikir, bir grup insanın karşılıklı yardımlaşma amacıyla düzenli olarak para/altın biriktirmesidir. Her üye, sırayla diğerlerine destek olur ve kendi sırası geldiğinde toplu desteği alır. Bu yönüyle altın günü, topluluk içinde yardımlaşma ve mali dayanışma örneğidir. Hristiyan etik değerleri açısından, insanların birbirine zor zamanlarında destek olması, birlikte tasarruf ederek ileride ihtiyaç duyana toplu para imkânı sağlaması olumlu bir davranıştır. Nitekim İncil, “birbirinizin yükünü taşıyın” diyerek imanlıların dayanışma içinde olmasını öğütler (Galatyalılar 6:2). Erken dönem Hristiyan topluluğunda da müminler mallarını paylaşıp birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya özen göstermişlerdir (bkz. Elçilerin İşleri 4:32-35). Altın günü, tam anlamıyla bir hayır kurumu veya bağış olmasa da, Hristiyanlıkta değer verilen kardeşlik ve paylaşım ruhuna uygun bir şekilde, üyelerin birbirine faizsiz borç vermesi ve ortak bir birikim yapması anlamına gelir. Bu açıdan bakıldığında ahlaken nötr veya olumlu bir uygulamadır.
Hristiyan ahlakında niyet ve tutum çok önemlidir. Altın gününe katılan bir Hristiyan’ın niyeti, hem kendisine hem başkalarına fayda sağlamak, maddi açıdan birbirine destek olmak şeklinde ise bunda yanlış bir şey yoktur. Hatta ihtiyaç halindeki birine karşılıksız borç vermek İncil’de övülen bir davranıştır: “İhtiyacı olana ver, senden ödünç isteyeni geri çevirme” (Matta 5:42). Altın gününde de üyeler, sırası gelene fiilen faizsiz borç vermiş olurlar. Burada herkes sonunda aynı miktarı geri aldığı için, yapılan yardım karşılıksız değil, karşılıklı ve dönüşümlüdür. Bu durum, Hristiyanlıkta öğütlenen en yüce cömertlik biçimi olan karşılık beklemeden verme ilkesinden bir miktar farklıdır – İsa Mesih, “Ziyafet verdiğinde, seni geri çağıracak dostlarını değil, karşılık veremeyecek yoksulları davet et” diyerek (Luka 14:12-14) çıkar gözetmeden iyilik yapmayı vurgular. Altın gününde ise verilen altınlar ileride geri alınmak üzere verilir; yani burada yapılan yardım bir sadaka (bağış) değil, bir çeşit kolektif tasarruf ve kredi biçimidir. Bu durum altın gününü ahlaken yanlış yapmaz, ancak katılımcılar bunun bir hayır faaliyeti değil, bir finansal dayanışma yöntemi olduğunu bilmelidir. Sonuç olarak Hristiyan öğreti açısından altın gününe katılmak, “karşılık beklemeden verme” idealiyle birebir aynı olmasa da, topluluk içinde yardımlaşma fikrine dayandığı için meşru görülür. Önemli olan, niyetin kötüye kaçmaması ve bu toplantıların haset, rekabet veya gösterişe dönüşmemesidir.
Altın günleri bazen sosyal yönüyle eleştirilir; örneğin toplantılarda gereksiz rekabet, gösteriş veya dedikodu olabileceği söylenir. Hristiyan ahlakı, yardımlaşmanın gösteriş veya övünme konusu yapılmasına, komşular arasında kıskançlık veya dedikoduya dönüşmesine sıcak bakmaz. Pavlus, “Hiçbir şeyi bencil tutkuyla veya boş övünçle yapmayın” (Filipililer 2:3) derken, her işte tevazu ve iyi niyet olması gerektiğini vurgular. Dolayısıyla altın günü etkinlikleri de samimi bir dayanışma ve dostluk ortamında olmalı; “kötü söz, çekişme veya kıskançlık” (Yakup 3:14-16) barındırmamalıdır. Eğer altın günü toplantıları, sosyal baskı, kıyaslama ya da kibir gösterisine dönüşürse, bu elbette Hristiyanlığın ruhuna aykırı olur. Ancak bu olası olumsuzluklar, altın gününün özündeki finansal yardımlaşma fikrinden ziyade, insanların hatalı tutumlarından kaynaklanabilecek risklerdir. Özetle, altın gününe katılan bir Hristiyan, niyetini saf tutmalı, bunu ne bir kumar ne de gösteriş vesilesi yapmamalı; aksine kardeşçe destek olma amacıyla hareket etmelidir.
Faiz Yasağı ve Faizsiz Borç Verme İlkesi
Hristiyan geleneğinde faizli para verme (tefeci kazancı) tarihsel olarak ahlaki bir sorun sayılmıştır. Kutsal Kitap’ta özellikle Eski Ahit’te, “Kardeşine faizle borç verme” yasaklanmış; fakire borç verenin kâr beklentisi olmaması emredilmiştir (Yasa’nın Tekrarı 23:19, Çıkış 22:25). Mezmurlar’da erdemli kişinin “parasını faizle verip kazanç sağlamayan” kişi olduğu belirtilir (Mezmur 15:5). Nitekim Hristiyanlıkta yüzyıllar boyunca faiz (usüri), açgözlü bir sömürü biçimi olarak kınanmış ve günah sayılmıştır. Örneğin, M.S. 325’te toplanan İznik Konsili’nde kilise din adamlarına faiz yasağı getirilmiş, Orta Çağ boyunca da faizcilik genel olarak yasaklanmıştır. Papa V. Sixtus 16. yüzyılda faizle borç vermeyi “Tanrı ve insan nazarında iğrenç, kutsal kanunlarca lanetlenmiş ve Hristiyan sevgisine aykırı” ilan ederek bu tutumu sürdürmüştür.
Hristiyan ahlak öğretisinde ihtiyaç sahibine borç vermek erdemli bir davranışken, bundan faiz veya kar elde etmeye kalkışmak bencillik ve haksızlık olarak görülmüştür. “Tanrı’nın halkı birbirine ödünç verirken faiz almamalıdır; bunun yerine muhtaç olana cömertçe, karşılıksız ödünç verin” şeklindeki prensip, Kutsal Kitap’taki birçok ayette vurgulanır.
Bu çerçevede bakıldığında, altın günü uygulaması faiz içermez. Her üye, sıra kendisine gelene dek diğerlerine borç vermiş, sıra kendisine geldiğinde de onlardan aynı miktarı borç almış olur. Kimse fazladan para ödemediği gibi, kimse de parasını faize yatırmış olmaz. Bu yönüyle altın günü, Hristiyanlığın faiz yasağına tamamen uygun, hatta onu fiilen uygulayan bir mekanizmadır. Faiz yasağının ardındaki etik gerekçe, “faiz kazancının hep bir başkasının kaybı pahasına elde edilmesi”dir. Oysa altın gününde kimsenin kaybı, mağduriyeti veya sömürülmesi söz konusu değildir; herkes eşit oranda verip eşit oranda aldığı için, kimseden haksız kazanç sağlanmaz. Bir anlamda bu yöntem, Hristiyanlığın teşvik ettiği faizsiz borç verme idealine uygundur: “Aranızda borç alan, aldığı borcu geri ödesin; faiz almadan ödünç verin” şeklindeki İncil ilkesi altın gününde kendiliğinden gerçekleşmiş olur.
Dahası, altın gününün mantığında topluluk içi karşılıklı kredi vardır ki bu, kilisenin tarih boyunca fakirleri tefecilerin eline düşmekten korumak için önerdiği bir yöntemdir. Erken Hristiyanlık döneminden itibaren, zengin Hristiyanların fakirlere faizsiz borç vermesi teşvik edilmiştir. Örneğin, 4. yüzyılda yaşamış Kilise Babaları’ndan Aziz Basil, zorda kalan birine borç verip faiz almak yerine, gerekirse o parayı bağışlamanın daha faziletli olduğunu öğütlemiştir. Orta Çağ’da kiliseler, bünyelerinde “Montes Pietatis” denilen yardımlaşma sandıkları kurarak fakirlere faizsiz veya düşük faizli krediler sağlamıştır. Modern dönemde de Katolik Kilisesi’nin ve diğer mezheplerin önderliğinde, kooperatif bankalar, kredi birlikleri, imece sandıkları gibi yapılar doğmuştur. Bu yapılar, aslında altın gününün daha kurumsal versiyonlarıdır: insanların bir araya gelip ortak tasarruf etmesi ve birbirine borç vermesi esasına dayanır. Nitekim bir Katolik kredi birliği yöneticisi, kredi birliklerini “ortak bağı olan insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir tür yardımlaşma cemiyeti” şeklinde tanımlamıştır. Kilisenin sosyal öğretileri de bu tür dayanışmacı finans uygulamalarını desteklemektedir. Örneğin Katolik sosyal doktrinindeki subsidiarite (katılımcılık) ilkesi gereği, yerel toplulukların kendi finansal dayanışma ağlarını kurması olumlu görülür. Papa XIII. Leo’dan günümüz Papası Francis’e kadar birçok Papa, küçük ölçekli kredi kooperatiflerini ve karşılıklı yardımlaşma sandıklarını överek, bunların fakir halkın sömürüsüz şekilde finansmana erişmesini sağladığını vurgulamıştır.
Altın günü, tam da böyle bir modeli küçük ölçekte gerçekleştirdiği için, Hristiyan prensipleri ışığında baktığımızda ahlaken meşru ve hatta takdir edilebilir bir uygulama sayılabilir. Elbette bu, altın gününün zorunlu ya da dinî bir emir olduğu anlamına gelmez; sadece yapılmasında dinen bir sakınca olmadığı anlamına gelir. Katılımcılar birbirine faizsiz borç vermekte, kimse kimseyi kandırmamakta veya sömürmemektedir – bilakis herkes, güven ve dürüstlük esasına dayalı bir sözleşmeye uymaktadır. Bu noktada dürüstlük ve güvenilirlik de önemlidir: Altın gününe giren biri, sırası gelince parayı alacağı gibi, diğerlerinin sırası geldiğinde de ödemelerini aksatmadan yapmalıdır. Borcu geri ödememek, hem ahlaken yanlış hem de kul hakkına giren bir durum olur. İncil’de “Kötü kişi borç alır ve geri ödemez; doğru kişi ise cömertçe verir” denilir. Bu nedenle altın gününde söz verdiği taksitleri ödememek, Hristiyan değerlerine göre güvenilmezlik ve haksızlık olarak görülür. Kısacası, altın gününe katılan bir Hristiyan verdiği sözde durmalı (Matta 5:37) ve borcunu zamanında ödeyerek dürüstlüğünü göstermelidir. Bu şartlar yerine getirildiğinde, altın günü Hristiyan ahlakına aykırı değil, aksine topluluk içinde yardımlaşmanın güzel bir örneği olabilir.
Altın Günü Piyango Değil, Ticari Bir Dayanışmadır
Bazı kişiler altın gününü yanlış anlayarak “bir çeşit kumar veya piyango” sanabilmektedir. Oysa altın günü, kumar niteliği taşımaz. Kumar, tanım olarak kazancın şansa bağlı olduğu ve birinin kazancının diğerlerinin kaybından doğduğu bir faaliyettir. Bahis, piyango, kumarhane oyunları gibi aktivitelerde insanlar para ortaya koyar ve bazıları kazanırken diğerleri kaybeder; kaybedenlerin parası kazananlara gider. Bu yüzden Hristiyanlıkta kumar, “başkalarının zararından beslenen, emeksiz kazanç arayışı” olarak görülür ve genelde ahlaken sakıncalı bulunur. Hristiyan etiği açısından kumarın başlıca problemleri şunlardır: açgözlülüğü ve para hırsını teşvik etmesi, kazanç uğruna insanın “komşusunu zarara uğratmasına” dayanması, emek ve üretim olmaksızın kazanç vaat ederek “çalma”ya benzer bir durum oluşturması ve kişiyi Allah’a değil şansa bel bağlamaya itmesidir. Nitekim Hristiyan öğretilerinde “Para sevgisi bütün kötülüklerin köküdür” (1. Timoteos 6:10) uyarısı yapılır ve kumarın doyumsuz kazanç arzusunu körüklediği, başkalarının zararına kâr elde etmeyi normalleştirdiği belirtilir. Ayrıca kumarbaz, kazanmak için diğerlerinin kaybetmesini ister ki bu, “Başkalarına size yapılmasını istediğiniz gibi davranın” (Matta 7:12) emrine aykırıdır. Bu nedenle Ana akım Hristiyan inanışında kumar, uzun süre “İncil öğretileriyle bağdaşmayan bir alışkanlık” sayılmıştır.
Altın gününde ise durum tamamen farklıdır. Altın günü şans veya risk üzerine kurulu değildir; katılımcılar önceden belirlenmiş bir plana göre sırasıyla para alırlar. Kimse kumar oynayarak kâr etmeye çalışmaz, kimse de para kaybetmez. Tüm üyeler en baştan her ay belirli bir miktarı koyacaklarını ve bir ay da toplu alacaklarını bilirler. Eğer grubun ilk alacak kişisi kurayla belirleniyorsa bile, bu kura birinin kazanıp diğerinin kaybetmesi için değil, sadece sıra adaletini sağlamak için yapılır. Aslında çoğu altın gününde sıralama grup kararıyla veya aciliyete göre de belirlenebilir. Kura çekmek, Hristiyanlıkta kendi başına günah veya sakıncalı görülen bir şey değildir; önemli olan ne amaçla kullanıldığıdır. İncil’de havarilerin bile bir karar için kura çektikleri yazar – örneğin Yehuda’nın yerine 12. havari seçilirken iki aday arasından kimin seçileceği kura ile belirlenmiştir (Elçilerin İşleri 1:26). Burada kura, Tanrı’nın iradesini tecelli ettirdiğine inanılan tarafsız bir seçim aracı idi. Altın gününde de kura kullanımı varsa, bu kumar amaçlı değil, herkese eşit şansla ilk alma hakkı tanımak içindir. Neticede her üye parası kadarını aldığı için kumarda olduğu gibi bir tarafın diğerine üstün geldiği, haksız kazanç elde ettiği bir durum yoktur. Dolayısıyla altın günü, “kumar” tanımına girmez ve Hristiyan inancı açısından kumara yönelik eleştiriler altın gününe uygulanamaz. Aksine, dürüst bir ticari takas veya karşılıklı kredi uygulamasına benzer. Hristiyanlık, karşılıklı rıza ile yapılan ve herkesin kazancına olan adil ticarete karşı değildir – “dürüst tartı Rabb’i hoşnut eder” (Süleyman’ın Özdeyişleri 11:1). Altın gününde de tüm taraflar sonunda eşit kazanç elde ettiğinden, bu karşılıklı fayda sağlayan bir alışveriş gibidir. Hiç kimse, diğerlerinin zararına kazanmamaktadır. Bir Hristiyan etiği perspektifiyle ifade edersek: altın günü, kumarın içerdiği açgözlülük, haksız kazanç ve risk unsurlarını barındırmaz; bu nedenle ahlaken kumar gibi mahzurlu görülmesini gerektirecek bir yönü yoktur.
Elbette altın gününe katılan bir kişi, bunu kolay yoldan para kazanma yöntemi gibi görmemelidir – zira burada kazanılan para, kişinin zaten verdiği paranın dönüşüdür, yani aslında birikim yapmanın farklı bir yoludur. Hristiyanlık, emek vermeden, sadece şansla veya başkalarından gelen parayla zengin olma hevesine sıcak bakmaz (“Apar topar zengin olmak isteyen, cezadan kurtulamaz” – Süleyman’ın Özdeyişleri 28:20). Altın gününde ise kimse “bir koyup beş alayım” düşüncesinde değildir; herkes ne koyduysa onu alır. Bu nedenle altın günü, kumardaki gibi bir hazıra konma veya kısa yoldan köşe dönme girişimi de sayılmaz. Aslında tam tersine, altın günü düzenli birikimi teşvik ettiği için tutumlu olma ve planlı tasarruf etme alışkanlığını destekler. Birçok Hristiyan yazar, düzenli birikim ve disiplinli tasarrufun İncil’in mali prensipleriyle uyumlu olduğunu vurgular. Örneğin Kutsal Kitap’ta Yusuf peygamberin bolluk yıllarında tahıl biriktirerek kıtlık yıllarına hazırlık yapması (Yaratılış 41) veya “Çalışıp kazananın planları bolluğa götürür” diyen Süleyman’ın Özdeyişi (21:5), ileriyi düşünerek tasarruf etmenin değerini ortaya koyar. Günümüzde de bazı Hristiyan danışmanlar, Afrika ve Asya’daki geleneksel döner tasarruf gruplarını (ROSCA) örnek göstererek, bu tip imece usulü birikimlerin topluluk refahını artırdığını ve katılımcılara ekonomik bilinç kazandırdığını belirtmektedir. Dolayısıyla altın günü, israf veya kumar değil; aksine planlı bir tasarruf ve dayanışma yöntemidir ki bu da Hristiyanlığın mali öğretileriyle çelişmez.

Kiliselerin Resmî Tavırları ve Mezhepsel Yaklaşımlar
Hristiyanlık çok farklı kültür ve geleneklerde yaşandığı için, belli bir konudaki yaklaşımlar mezheplere veya kilise otoritelerine göre değişebilmektedir. Altın günü, özelde Türk kültürüne özgü bir uygulama olduğu için herne kadar benzerleri dünyanın farklı coğrafyalarında uygulansa da doğrudan “altın günü” hakkında evrensel bir kilise kararı veya öğretisi bulmak zordur. Ancak Katolik, Ortodoks ve Protestan geleneklerin benzer durumlar ve finansal etik konularındaki görüşlerinden yola çıkarak altın gününe yaklaşımlarını değerlendirebiliriz. Aşağıda her bir ana Hristiyan geleneğinin bakış açısı ayrı ayrı ele alınmıştır:
Katolik Kilisesi Perspektifi
Katolik Kilisesi, ekonomik konulardaki ahlaki öğretilerinde tarihsel olarak oldukça net çizgilere sahiptir. Yukarıda bahsedildiği gibi Katolik geleneği, faiz karşılığında borç vermeyi (tefeciliği) yüzyıllar boyu yasaklamış ve bunu merhametsizlik olarak görmüştür. Altın günü ise faiz içermediğinden, Katolik öğreti açısından bu tür bir uygulamanın prensipte bir sakıncası bulunmamaktadır. Katolik Kilisesi’nin Resmi Din Öğretisi (Katolik Kilise Katekizmi), ekonomik adalet konusunda “aşırı faizle borç vermeyi, insanların çaresizliğinden kazanç sağlamayı” günah sayar, ancak karşılıklı rıza ile, adil ve makul finansal düzenlemelere izin verir. Altın gününde herkes rızayla katılır, kimse sömürülmez ve herkes eşit katkı yapıp eşit alır; bu nedenle Katolik bakış açısıyla etik dışı bir durum yoktur.
Asıl ilginç olan, Katolik geleneğin altın gününe çok benzer uygulamaları tarih boyunca teşvik etmiş olmasıdır. Özellikle 19. ve 20. yüzyılda, fakir ve işçi sınıfı Katoliklere yardım için tasarruf sandıkları, kredi kooperatifleri ve imece fonları kurulmuştur. Örneğin 19. yüzyıl sonunda Almanya ve İtalya’da ilk kredi birlikleri (kooperatif bankalar) Katolik sosyal reformcuların önderliğinde ortaya çıkmış; Amerika’da ilk kredi birlikleri 20. yy başında Katolik rahipler tarafından göçmen cemaatlerine yardım amacıyla kurulmuştur. Bu kurumlar, altın gününün kurumsallaşmış hali gibidir: cemaat içi para toplayıp üyelerin ihtiyaç anında kullanmasına olanak verme. Katolik Kilisesi, “dayanışma” ilkesine çok vurgu yapar. 1891’de Papa XIII. Leo’nun Rerum Novarum adlı ünlü sosyal ansiklopedisiyle başlayan Katolik Sosyal Öğretisi, işçilerin ve dar gelirlilerin ekonomik olarak korunması için kooperatifleşme ve dayanışma sandıklarını desteklemiştir. Kilise’nin “Cemaatçi Ekonomi” diyebileceğimiz yaklaşımına göre, insanlar büyük tekelci finans kurumlarındansa birbirlerine destek olarak finansal ihtiyaçlarını giderebilirler.
Günümüzde de Katolik Kilisesi, mikro kredi programları, yardım sandıkları ve kredi kooperatiflerini takdir etmektedir. Hatta her Papa, kredi birliklerinin erdemlerinden bahsetmiştir: Mesela Papa Francis, 2019’da bir kredi kooperatifi temsilcilerine yaptığı konuşmada, onların dürüst ve insana hizmet odaklı bir ekonomi oluşturmadaki rollerini övdü. Katolik piskoposların yayınlarında da, faizsiz borç verme ve ortak tasarruf modellerinin, İncil’in “komşunu sevme” öğretisinin bir parçası olabileceği ifade edilir. Bu bağlamda, altın günü gibi bir uygulama Katolik Kilisesi gözünde gayet makul bir toplumsal dayanışma örneğidir.
Elbette Katolik Kilisesi, altın gününü bir ibadet veya dinî ritüel olarak görmez; bu dünyevi bir uygulamadır. Ancak içinde ahlaken yanlış bir unsur olmadığı sürece (örneğin faiz, aldatma, kumar gibi unsurlar yoktur), Katolikler açısından altın günü yapmanın dini bir engeli yoktur. Nitekim Türkiye’deki Katolik cemaatler içinde de (özellikle yerliler arasında) altın günü tarzı para günleri yapanlar olabilmektedir ve kilise otoriteleri buna karışmamaktadır. Bilakis, kilisenin vurguladığı noktalar dürüstlük ve adalet noktalarıdır. Bir Katolik, altın gününe girerken dürüst olmalı, verilen sözlere riayet etmeli ve ihtiyacı olanlara öncelik verme gibi erdemleri gözetmelidir. Eğer grup içinde gerçekten maddi sıkıntısı olan biri varsa, belki Katolik ahlak bunu ilk sırada parayı alması için desteklemeyi öğütler. Sonuç olarak Katolik öğretisine göre, altın günü caizdir; hatta uygun niyetle yapıldığında topluluk ruhunu pekiştiren güzel bir dayanışma örneği olarak görülebilir.
Ortodoks Kilisesi Perspektifi
Ortodoks (Doğu) Kilisesi de ekonomik ahlak konusunda Katoliklerle büyük ölçüde paralel bir tarihsel mirasa sahiptir. Doğu Ortodoks geleneğinde de faiz (tefeci kazancı) kesin bir dille kınanmıştır. Kilise Babaları’ndan Aziz Gregorios Nyssa, Aziz Basileios (Basil) ve diğerleri, “faiz, Hristiyan sevgi (agape) ile bağdaşmaz” diyerek müminleri kardeşlerine faiz yüklememeye çağırmışlardır. Bizans İmparatorluğu döneminde kanunlar faiz oranlarını sınırlamış, din adamlarının faizle uğraşması yasaklanmıştır. Günümüzde Ortodoks Kilisesi’nin resmi tutumu, Kutsal Kitap’ın öğrettiği gibi, borç verirken faiz almaktan kaçınmak gerektiği yönündedir. Bir Ortodoks rahibin ifadesiyle: “Kilisenin faiz yasağı Tanrı’nın öğüdüne dayanır; demek ki hiçbir Hristiyan faizle borç vermemeli. Neden mi? Çünkü faiz geliri daima bir başkasının sırtından gelir”. Görüldüğü üzere Ortodoks anlayış, faizli işlemleri başkasının zor durumundan çıkar sağlama olarak görür ve bunu ahlak dışı bulur. İncil’de açıkça “Kardeşine faizle para verme” yasağı olduğundan, Ortodoks geleneği buna uymayı bir vicdan meselesi yapmıştır.
Bu çerçeveden bakıldığında altın günü Ortodoks etik açısından sakıncalı değil, bilakis takdir edilebilir. Zira altın gününde faiz yoktur; aksine insanlar birbirine ödünç verip hiçbir kâr gütmeden geri alırlar. Ortodoks öğreti, “Muhtaç olana merhamet olsun diye borç ver; ama kazanmak için verme” der. Altın gününde herkes muhtaç olmasa bile, en azından içlerinden biri o an daha çok ihtiyaç duyduğunda ilk sırayı alarak diğerlerinin borcunu kullanmış olur – bu da bir çeşit merhamet ve yardımdır. Ortodoks Kilisesi’nin vurguladığı bir diğer husus, borç veren ile alanın eşit konumda olması gerektiğidir: İsa, “İsteyene ver, senden ödünç almak isteyeni geri çevirme” (Matta 5:42) diyerek, borç vermeyi bir lütuf eylemi sayar. Altın gününde de herkes hem alıcı hem verici olduğu için aslında tüm taraflar eşit birer borç veren ve borç alan konumundadır. Kimse kimseye üstünlük taslamamakta, herkes birbirine muhtaç olduğu an destek olmaktadır. Bu, Ortodoks Hristiyanlığın kardeşlik idealiyle uyumludur.
Ortodoks Kilisesi’nde de kilise cemaatleri bazen kendi aralarında para toplayıp fon oluşturma, yardımlaşma sandıkları kurma geleneğine sahiptir. Özellikle Osmanlı döneminde Ortodoks vakıfları, cemaat içinde yoksullara faizsiz kredi verme uygulamalarını yürütmüştür. Modern Ortodoks ülkelerinde de (Yunanistan, Rusya vb.) kilise himayesinde microfinance (mikro kredi) projeleri veya kredi kooperatifleri görülebilir. Bu bağlamda, bir grup insanın bir araya gelip imece usulü para biriktirmesi, Ortodokslar için yabancı veya kötü bir şey değildir. Nitekim 2022’de Belarus’taki Ortodoks Kilisesi yayın organında çıkan bir makalede, “İncil açıkça faiz almayı yasaklar… İsa bile şöyle der: İhtiyacı olana ver, senden borç isteyeni geri çevirme” diye hatırlatılmış, ardından faizsiz borç verme eylemi övülmüştür. Altın günü de tam olarak faizsiz borç verme ve alma eylemlerinin organize bir şekilde sıralanmasıdır. Bu nedenle bir Ortodoks Hristiyan altın günü yaptığında, inancı açısından bir çelişki yaşamaz. Tek dikkat edilecek husus, dürüstlük ve sevgi ruhuyla hareket edilmesidir.
Ortodoks ruhani liderler, yardımlaşma konusunda da şu uyarıda bulunur: Yapılan yardımların, verenin gururunu okşamaması, alanın da ezilmesine yol açmaması önemlidir. Altın gününde herkes hem veren hem alan olduğu için bu denge sağlanmış olur; kimse sürekli veren veya sürekli alan değildir, karşılıklılık esastır. Bu da Hristiyan kardeşlik ruhunu yansıtır. Sonuç olarak Ortodoks Kilisesi bakışından, altın günü caizdir ve dinî/etik bir engel yoktur. Kilise, bu gibi sosyal dayanışma uygulamalarına genelde müdahil olmaz; fakat kilise içinde benzeri para toplama faaliyetleri yapılacaksa, bunların şeffaf, rızaya dayalı ve adil olmasını öğütler. Altın günü zaten dostlar arasında güvene dayalı yapıldığı için, bu şartları doğal olarak taşır. Özetle, Ortodoks Hristiyanlık altın gününe prensip olarak olumlu bakar – tabii ki altın gününü bahane ederek kumar, faiz veya hile karışmadığı sürece.
Protestan ve Diğer Mezheplerin Perspektifi
Protestanlık, 16. yüzyılda başlayan Reform hareketinden bu yana, ekonomik konularda Katolik ve Ortodoks kiliselerine göre biraz daha farklı bir çizgi izlemiştir. Reformasyon döneminde Jean Calvin gibi bazı Protestan önderler, makul düzeyde faiz almayı bütünüyle yasaklamak yerine, “aşırı ve zulmedici faiz” ile “ılımlı faiz” arasında ayrım yapmışlardır. Bu yüzden Protestan ülkelerde zamanla bankacılık ve faiz uygulamaları kabul görmüştür. Ancak bu, Protestanların her türlü finansal uygulamayı mubah gördüğü anlamına gelmez. Aslında Protestan etik düşüncesi, sıkı bir çalışma disiplini, tutumluluk, dürüstlük ve yardımlaşma ilkelerini vurgular (Weber’in de bahsettiği meşhur Protestan iş etiği). Borç alma ve verme konusunda Protestan öğreti, “Borçlu alacaklının kulu olur” (Süleyman’ın Özdeyişleri 22:7) diyerek borca temkinli yaklaşır, ancak faizsiz veya düşük maliyetli borç mekanizmalarını olumlu görür.
Altın günü gibi bir uygulamaya Protestan perspektiften bakarsak: Kutsal Kitap’ın genel ilkelerine uygundur. Zira İncil’de “Birbirinize sevgiyle hizmet edin” (Galatyalılar 5:13) ve “Fırsat buldukça herkese, özellikle iman ailesine iyilik yapın” (Galatyalılar 6:10) buyrulmuştur. Altın günü, tam da iman ailesi içindeki (veya arkadaş grubu içindeki) insanların birbirine iyilik yaptığı bir düzendir. Hiç kimse kâr etmeye çalışmaz, kimse kayba uğramaz; herkes sonunda tasarruf ettiğini geri alır. Protestanlar, şeffaflık ve dürüst kazanç ilkesine vurgu yaparlar. Altın gününde yapılan birikimler ve ödemeler grupça bilinir, gizli saklı bir yönü yoktur; dolayısıyla şeffaftır. Kazanç ise herkesin kendi verdiği kadardır, yani “birinin alın teri, birikimi”dir. Bu bağlamda Protestan etik altın gününe itiraz etmez.
Özellikle Evanjelik ve Pentekostal geleneklerde, kiliseler içinde küçük tasarruf grupları ve yardımlaşma fonları oluşturma pratiği görülmektedir. Misyonerlik faaliyetleri kapsamında bazı Protestan sivil toplum kuruluşları, fakir bölgelere mikro-finans programları götürmüş, kilise bünyesinde tasarruf grupları kurulmasını teşvik etmiştir. Örneğin dünyaca ünlü bir Hristiyan yardım kuruluşu olan HOPE International, Afrika ve Asya’daki kiliselerle birlikte 10-20 kişilik tasarruf grupları oluşturmakta, bunlar çoğunlukla döner tasarruf ve kredi derneği (ROSCA) modeliyle çalışmaktadır. Bu gruplarda üyeler düzenli olarak para biriktirir ve gerektiğinde birbirine faizsiz veya düşük faizli kredi verirler. Bu model, aslında altın gününün başka toplumlarda uygulanan versiyonudur. HOPE International gibi Evangelical kuruluşlar, bunu İncil’in paylaşma ve sorumluluk ilkelerini hayata geçirmek olarak görür. Yine birçok Protestan kilisesi, cemaatinde ihtiyacı olanlara yardım fonları oluşturur; hatta bazı Afro-Amerikan veya Latin kökenli kiliselerde, cemaate özgü “susu” veya “tanda” denen para günleri düzenlenir (Karayip ve Latin kültürlerinde altın gününe benzer gelenekler). Bu da Protestan dünyada altın günü benzeri uygulamaların kabul gördüğünü gösterir.
Protestan teologlar, kumar ve israf konusunda net uyarılar yapar (birçok Protestan kilisesi kumara karşı vaaz verir, üyelerinin kumardan uzak durmasını ister). Ancak altın günü kumar olmadığı için, Protestanlar nezdinde bu sakınca devreye girmez. Yine Protestanlık, “kısa yoldan zengin olma” zihniyetine karşı insanları uyarır – lakin altın günü, kolay zengin etmez, sadece tasarruf disiplinine yardımcı olur. Bu açıdan Protestan etik uzmanları altın gününü zararlı bir alışkanlık olarak değil, aksine faydalı bir finansal araç olarak değerlendirebilir. Nitekim bazı modern Hristiyan yazarlar, “Afrika ve Asya’daki imanlı topluluklar, ROSCA türü ortak tasarruf sistemleriyle hem birbirlerine destek olmakta hem de finansal bilgelik sergilemektedir” diyerek bu tür yöntemleri takdir etmektedir.
Bununla birlikte, Protestanlık içindeki çeşitliliği de not etmek gerekir. Ana akım Protestan (Anglikan, Lutheran, Metodist vs.) kiliseler genelde ekonomik konularda esnektir ama sosyal adalet boyutuna vurgu yaparlar. Örneğin Anglikan Kilisesi, ülkelerindeki kredi birliklerini ve borç verme kooperatiflerini destekler. Metodistler, tarihsel olarak kumar ve borç konusunda katı disipline sahiptir; John Wesley, “Kazandığın kadar biriktir ve ihtiyacı olana ver” öğüdünü vermiştir. Altın günü bu öğüde de uygundur, zira insanlar israf etmeden düzenli biriktirip ihtiyaç halinde toplu kullanmaktadır. Pentekostal ve Evanjelik topluluklar, cemaat içi yardımlaşmaya çok önem verir; genelde “Kardeşler birbirine muhtaç bırakılmamalı” derler. Altın günü, kardeşlerin birbirine muhtaç kaldığında başvurabileceği bir fon mekanizmasıdır aslında. Dolayısıyla Evanjelikler de buna olumlu bakacaktır.
Protestan kiliseler tek tek bu konuda resmi açıklamalar yapmamış olsa da, protestanlık içerisindeki evanjelik finansal danışmanlıklar altın günü benzeri yöntemleri tavsiye etmektedir. Örneğin bazı kilise kaynakları, “Cemaate özgü tasarruf grupları kurun, bu hem ihtiyacı olanı destekler hem de herkes para biriktirmeyi öğrenir” şeklinde öneriler sunar. ABD’de Hristiyan danışmanlar, Karayip göçmenlerinin kilise içinde kurdukları “sou-sou” adı verilen para halkalarını olumlu bir gelenek olarak aktarır. Tüm bunlar, Protestan dünyada altın gününün rahatlıkla kabul edilebildiğini göstermektedir.
Sonuçla Protestan mezhepler açısından altın günü yapmak, dinen yasak veya şüpheli değildir. Tek dikkat edilmesi gereken, bunun borçlanma sorumluluğu getirdiğini unutmamaktır. Protestan vaizler, “Borçlandıysanız vaktinde ödeyin, kimseye borçlu kalmayın” (Romalılar 13:8) ayetini hatırlatır. Altın gününe giren biri de, eğer erken toplu parayı aldıysa, kalan aylarda ödeme yapmayı ihmal etmemelidir. Bu, ahlaki bir yükümlülüktür. Onun dışında Protestanlar altın gününü, kişisel mali disiplin ve toplu yardımlaşma kombinasyonu olarak görüp destekleyebilirler.
Tarihsel ve Modern Örneklerle Değerlendirme
Altın günü her ne kadar ismen Türk kültürüne has bir gelenekse de, dönüşümlü para biriktirme fikri dünya üzerinde pek çok toplumda görülür. İlginçtir ki, bu tür uygulamalar çoğunlukla dini topluluklar veya güven esaslı gruplar içinde gelişmiştir. Hristiyan dünyada da bunun çeşitli örnekleri olmuştur:
- Erken Kilise Dönemi: İlk Hristiyanlar, ihtiyaç içindeki üyelerine yardım etmek için mallarını ortaya koyup ortak bir havuzdan dağıtırlardı (Elçilerin İşleri 2:44-45). Bu, sürekli bir fon oluşturma biçimiydi. Altın günü kadar sistematik olmasa da, “ihtiyaç olunca kullanmak üzere toplu para tutma” fikri mevcuttu.
- Orta Çağ Kilise Sandıkları: Özellikle Katolik manastırlar ve kardeşlik teşkilatları, “karz-ı hasen” diyebileceğimiz faizsiz borç kasaları işletirdi. Bunlar, üyelerin veya halkın para bağışlarıyla fonlanır, sonra ihtiyacı olana faizsiz kredi verilirdi. Bu sistem de altın gününe benzer şekilde faizsiz yardım amacına hizmet ediyordu.
- 19.-20. yüzyıl Kredi Kooperatifleri: Yukarıda bahsettiğimiz gibi, kiliselerin ön ayak olduğu birçok kredi kooperatifi kuruldu. Özellikle Katolik ülkelerde, papazların önderliğinde köy sandıkları, esnaf kefalet fonları gibi yapılar oluştu. Bu kurumlarda üyeler para biriktirir ve birbirine düşük faizli (hatta bazen faizsiz) kredi verirdi. Bunlar altın gününe kurumsal örneklerdir. Kanada’nın Desjardins hareketi ya da ABD’deki ilk kredi birlikleri, Katolik rahiplerin kurduğu kurumlardır ve özünde dayanışma finansmanı yapmışlardır.
- Modern Kilise Tasarruf Grupları: Günümüzde misyonerlik faaliyetleriyle bilinen bazı Protestan kiliseler, Afrika’da ve Asya’da kilise cemaatlerine tasarruf eğitimi veriyor, “Savings for Life” gibi programlarla kilise içi tasarruf grupları kuruyorlar. Bu gruplar, altın gününe çok benzer şekilde, üyelerin düzenli para attığı ve nöbetleşe kullandığı veya gerektiğinde borç aldığı gruplardır. Bu sayede banka erişimi olmayan yoksul bölgelerde halk, kendi kendine finansman sağlıyor. Hristiyan misyonerler bunu bir hizmet ve kalkındırma aracı olarak kullanıyorlar, dini öğreti ile çelişmediği için gönül rahatlığıyla uyguluyorlar.
- Göçmen Cemaatlerin Uygulamaları: Örneğin Karayip Hristiyan toplulukları arasında “Susu”, Latin kökenli Hristiyanlar arasında “Tanda”, Güney Asya Hristiyan diasporasında “Chit Fund” gibi isimlerle anılan altın günü benzeri imece sandıkları vardır. Bu gruplar genelde kilisede veya mahallede organize edilir. Hristiyan liderler, cemaat üyelerinin bu tür dayanışmalarına çoğunlukla olumlu bakar, hatta bazen kilise içinde duyurularak güvenilir kişilerin katıldığı fonlar oluşturulur. Bu, dindar insanların birbirine güvenip maddi konularda destek olmasının güzel bir tezahürüdür.
Yukarıdaki tarihsel ve modern örnekler, altın gününün ruhuna benzer yöntemlerin Hristiyan toplumlarda yaygın olduğunu göstermektedir. Hiçbir büyük Hristiyan otorite, bu tip uygulamaları yasaklayan bir fetva vermemiştir; tam tersine, kiliseler yeri geldikçe bu tür girişimleri desteklemiştir.

Sonuç: Hristiyanlık Açısından Altın Günü Uygun Mudur?
Bütün bu değerlendirmeler ışığında, Hristiyan inancına ve ahlakına göre altın günü yapmak caizdir, yani dinen uygun görülür. Ne Kutsal Kitap prensiplerinde, ne de kilise geleneklerinde altın gününü açıkça yasaklayacak bir unsur bulunmamaktadır. Aksine, altın gününün barındırdığı pek çok özellik Hristiyan değerleriyle uyumludur:
- Faizsiz ve Adil Olması: Altın gününde faiz veya haksız kazanç yoktur; herkes eşit miktarda verip alır. Bu, Kutsal Kitap’taki “faiz alma” yasağına ve adil ticaret ilkesine uygundur. Kimse sömürülmez, kimse diğerinin sırtından geçinmez.
- Dayanışma ve Sevgi: Uygulama, insanların birbirine “yardım etme” ve “birbirinin yükünü paylaşma” düşüncesine dayanır. Bu, Hristiyanlığın “komşunu kendin gibi sev” (Markos 12:31) emrine ve kilise cemaatinde birlik olma idealine uygundur. Kardeşlik bağı güçlenir, insanlar birbirine güven duyar.
- Dürüstlük ve Güven: Altın günü, katılımcıların verdikleri sözde durmasını gerektirir. Hristiyanlıkta “Evet’iniz evet, hayır’ınız hayır olsun” (Matta 5:37) denir – yani sözünde durmak erdemdir. Altın gününde de herkes aylarca birbirine dürüstçe ödeme yapar, güven sarsılmazsa sistem işler. Bu da ahlaki açıdan övgüye değerdir.
- Tasarruf ve İsraftan Kaçınma: Altın gününe giren biri, düzenli para ayırmak zorundadır. Bu, onu gereksiz harcamalardan alıkoyup birikime teşvik eder. İncil, “Aylaklık etmeyin, çalışıp kendi ekmeğinizi kazanın” (2. Selanikliler 3:10-12) der ve tembellik ile savurganlığı eleştirir. Altın günü, disiplinli bir finansal planlama aracıdır; bu yönüyle olumlu karşılanır.
- Kumar ve Hırs İçermemesi: Yukarıda ayrıntılı ele alındığı gibi, altın günü kumar değildir ve para hırsını körüklemez. Kimse kaybetmez, herkes kazanır (ya da en azından başa baş çıkar). Hristiyanlar için sakıncalı görülen kumar, açgözlülük, başkalarının zararından beslenme gibi unsurlar altın gününde yoktur.
- Kiliselerin Yaklaşımına Uygunluk: Katolik, Ortodoks ve Protestan geleneklerin hiçbiri altın gününe itiraz etmez; bilakis kendi bağlamlarında benzer uygulamaları teşvik etmişlerdir. Katolik sosyal düşüncesi kredi kooperatiflerini över (altın gününün amaç yönünden aynısıdır); Ortodoks öğreti faizsiz borcu merhamet işi sayar (altın günü tam da budur); Protestan misyonlar tasarruf grupları kurar (altın günü modelini kullanır). Yani mezhepsel açıdan bir sakınca yoktur.
Sonuç itibariyle, bir Hristiyan’ın altın günü yapmasında dinî-ahlaki açıdan bir engel yoktur. Hristiyanlık, insanın iyi niyetle ve adilane şekilde malî konularda girişimlerde bulunmasını yasaklamaz; yeter ki bu girişimler hile, haksızlık veya günaha yol açmasın. Altın gününde dikkat edilmesi gereken hususlar ise şunlardır:
- Dürüst ve Güvenilir Olmak: Altın günü bir güven işidir. Katılımcılar verdikleri sözü tutmazsa, kul hakkı doğar. Hristiyanlık, borcun ödenmesini ve kimseye haksızlık yapılmamasını emreder. Bu yüzden Hristiyan katılımcılar itimat edilir kişiler olmalı ve anlaşmaya sadık kalmalıdır.
- Açgözlülükten Kaçınmak: Altın günü amacı dışında (örneğin daha fazla lüks tüketime kaynak yaratmak için) kullanılmamalıdır. Hristiyan öğretiye göre “Para sevgisi kötülüğe yol açar” (1. Tim. 6:10) ve “Gözünü zengin olmaya dikme” (Özdeyişler 23:4) diye uyarılır. Altın günü bir araçtır; insan, gözünü bu toplu paraya dikerek maddi hırsa kapılmamalıdır. Amaç, ihtiyaçları gidermek ve tasarruf etmek olmalıdır, lüks peşinde koşmak değil.
- Başkalarına Yardım Niyeti: Eğer grupta gerçekten maddi zorluk yaşayan biri varsa, Hristiyan sevgi bunu gözetmeyi gerektirir. Örneğin içlerinden birinin acil tedavi masrafı varsa, grup kendi insiyatifinde onun erken para almasına karar verebilir. Böylece altın günü, gerçekten yardım aracı işlevi görür. Bu tür jestler, Hristiyan ahlakının “merhametli ol” çağrısına uygun düşer.
- Karşılıksız İyiliği Unutmamak: Altın günü karşılıklı bir yarar sistemidir. Hristiyanlar buna katılabilir, ancak bu onları karşılıksız hayır yapmaktan alıkoymamalıdır. Yani altın günü yapıyorum diye, hiçbir sadaka vermemek olmaz. İsa Mesih’in “Karşılık beklemeden verin” öğüdü (Luka 6:35) gereği, özellikle yoksullara ve geri ödeyemeyeceklere yardım etmek de dindarın görevidir. Altın günü, bir sadaka verme biçimi değil, bir tasarruf-yatırım biçimidir. Dolayısıyla bir Hristiyan, altın gününe katılırken aynı zamanda imkânı nispetinde gerçek ihtiyaç sahiplerine bağış yapmayı da ihmal etmemelidir.
Tüm bu şartlar gözetildiğinde, Hristiyanlıkta altın günü yapmak ahlaken mazur görülmekte, hatta doğru niyetle yapıldığında teşvik edilebilmektedir. Hiçbir kilise bu konuda “caiz değildir” demez; tam tersine, kiliselerin diyaloglarında faizsiz finans, yardımlaşma ve tasarruf gibi konular daima olumlu karşılanır. Nitekim Papalık öğretileri de “insan onuruna yakışır, topluluk temelli finans” modellerini överek, toplumların bu yolla güçleneceğini belirtmiştir.
Altın gününe Hristiyanlık perspektifinden baktığımızda, dinen helal-haram ikileminden ziyade ahlaki bir değerlendirme yaparız. Bu değerlendirmede de altın günü, doğru uygulandığında ahlaken uygundur ve günah içermez. İnsanların birbirine faizsiz borç vermesi, tasarrufa teşvik olması ve sosyal bağları güçlendirmesi gibi artılar düşünüldüğünde, altın günü “Hristiyan ahlakına aykırı değildir” sonucuna varıyoruz. Hatta bazı yönleriyle, Hristiyanlığın yardımlaşma ve kardeşlik ideallerini destekleyen bir araçtır. Tabii ki bu bir ibadet değil, dünyevi bir uygulamadır; bu yüzden kilise bunu özel olarak kutsamaz veya şart koşmaz. Ama katılmak isteyen Hristiyanlar gönül rahatlığıyla katılabilirler, kiliselerince kınanmazlar.
Tüm bu anlatımın sonucunda denilebilir ki Altın günü, Hristiyanlık açısından caizdir. Dikkat edilecek tek nokta, bunun da diğer dünyevi işlerde olduğu gibi doğru niyetle, dürüstlükle ve sevgi ruhuyla yapılmasıdır. Bu şartlar yerine geldikçe, altın günü dinî açıdan sakıncalı olmayıp, toplumsal dayanışmaya hizmet eden güzel bir gelenek olarak değerlendirilebilir. Böyle bir uygulamaya girişen Hristiyan, başka bir kaynağa bakmaksızın iç huzuruyla, İncil öğretilerine ters düşmediğini bilerek hareket edebilir.
Tanım ve Referanslar:
Altın Günü Tanımı: “Altın Günü, Türkiye’de kadınların dönüşümlü olarak bir araya geldikleri, misafirlerin ev sahibine bir altın hediye getirdiği geleneksel toplantılardır”. Her buluşmada ev sahibi değişir, 12 kişilik bir grupta her ev sahibi 11 altın alır; tur bittiğinde herkes eşit miktar vermiş ve almış olur, yani “kimse bir kuruş kaybetmez, sadece bir ay eline yüklü para geçmiş olur”.
İncil’de Faiz Yasağı: “Tanrı’nın halkı birbirine borç verirken faiz almamaları için uyarıldı; borç verme daima ihtiyacı olana yardım amaçlı, karşılıksız olmalı. Kutsal Kitap, borç verip faiz alanları sert şekilde kınar… Bunun yerine ihtiyaç duyanlara cömertçe, faizsiz ödünç vermemiz öğütlenir (Mezmur 15:5, Özdeyişler 28:8)”.
Kilisenin Tarihsel Tutumu: “Faizsiz borç verme prensibi Kutsal Kitap boyunca öğretilmiştir; İlk İznik Konsili’nde (M.S. 325) bu kural kanunlaştırıldı. Papa V. Sixtus, faizle borç verme uygulamasını ‘Tanrı ve insan gözünde iğrenç, kilise kanunlarınca lanetlenmiş ve Hristiyan merhametine aykırı’ ilan ederek şiddetle kınadı.”
Katoliklerde Kredi Birlikleri: “Kredi birlikleri, orta ve dar gelirli insanların bankalarca hizmet görmediği için ortaya çıktı… Klosko diyor ki: ‘Kâr amaçlı bankalar yoksulları ihmal eder veya sömürürdü. Kredi birlikleri, ortak bağı olan insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir çeşit yardımlaşma cemiyetidir.’”
Papa’ların Kooperatif Övgüsü: “Leo XIII’ten Francis’e kadar her Papa, kredi birliklerinin faziletlerini, bunların Katolik subsidiarite ilkesine dayalı olarak topluluk odaklı bir şekilde insanlara sermayeye erişim sağladığını övdü.”
Kilise Destekli Tasarruf Grupları: “HOPE International, yerel kiliseler ve mezheplerle ortaklaşa tasarruf grupları oluşturuyor; bu gruplar çoğunlukla döner tasarruf ve kredi derneği (ROSCA) modeliyle veya biriken tasarruf modeliyle işliyorlar. Çoğu grup 10-20 üyeden oluşuyor ve üyeler düzenli olarak ortak fona tasarruf yatırıyor. Birikimler, hane gelirini dengelemek, acil durumlara karşı güvence, küçük iş kurmak ya da ev masraflarını karşılamak için kullanılıyor; çoğu grup üyelerin ihtiyaç halinde gruptan borç almasına da izin veriyor.”
Kumarın Ahlaki Sorunları (Hristiyan Enstitüsü): “(1) Kumar, doğrudan doğruya tamahkârlık ve açgözlülüğe hitap eder ki Pavlus’a göre bu ‘putperestlik’tir (Koloseliler 3:5). Kumar, 1., 2., 8. ve 10. emirleri çiğner. Kişisel arzuları Tanrı’nın yerine koyar. İsa uyardı: ‘Hem Tanrı’ya hem paraya kulluk edemezsiniz’ (Matta 6:24). Açgözlü ve tövbesiz kişi, putperesttir ve kurtuluşu olamaz (Efesliler 5:5). (2) Kumar, doğrudan başkalarının mali kaybına dayanır… Kumarbaz, diğerlerine kendine yapılmasını istemeyeceği şeyi yapmaktadır. Normal bir ticarette iki taraf da kazanmayı isterken, kumarda kişi kendi kazancının başkasının zararına olmasını ister. Biz bütün insanlara iyilik yapmaya çağrıldık, zarar vermeye değil (Galatyalılar 6:10).”
Kura ile Seçim (Elçilerin İşleri 1:26): “Sonra [onların arasından] kura çektiler; kura Mattiya’ya düştü. Böylece o, diğer on bir elçiye katıldı.”
İncil’de Karşılıksız İyilik (Luka 14:12-14): “İsa, kendisini çağıran adama şöyle dedi: ‘Öğle yemeği ya da akşam yemeği verdiğinde dostlarını, kardeşlerini, akrabalarını ya da zengin komşularını çağırma; yoksa onlar da seni çağırır ve karşılığını almış olursun. Ama bir şölen verdiğinde yoksulları, sakatları, kötürüm ve körleri çağır. Onlar sana karşılık veremez ama sen mutlu olacaksın; doğruların dirilişinde bunun karşılığını alacaksın.’”
Borcu Ödemek (Mezmur 37:21): “Kötü kişi ödünç alır ve geri ödemez, doğrular ise cömertçe verir.”
Bu kaynaklar ve açıklamalar doğrultusunda, Hristiyanlık açısından altın günü yapmanın dinî ve ahlaki değerlendirmesi enine boyuna ele alınmıştır. Sonuç olarak, ne İncil öğretilerinde ne de kiliselerin resmi tavırlarında altın gününü yasaklayan bir hüküm yoktur. Aksine, iyi uygulandığında altın günü, Hristiyanlıkta değer verilen dayanışma, cömertlik, faizsiz yardımlaşma gibi prensiplerle örtüşmektedir. Önemli olan, bu geleneğin doğru niyetle ve dürüstçe uygulanmasıdır. Bu şartlar sağlandığında, altın günü Hristiyan inancı açısından tamamen caiz ve kabul edilebilirdir. Böylece bir Hristiyan, altın günü yaparak ne Kilise öğretilerine aykırı bir iş yapmış olur ne de vicdanen rahatsızlık duymasını gerektirecek bir günah işlemiş olur. Aksine, topluluğuyla birlikte birbirine destek olmanın huzurunu yaşayabilir.



