Yahudilik İnancında Altın Günü Caiz mi?

Yahudi dini hukukunda (Halakha’da) bir Yahudi’nin başka bir Yahudi’ye faizle borç vermesi kesin bir şekilde yasaktır. Tevrat’ta, “Kardeşine faizle para verme” şeklinde açık bir yasak bulunur (Tesniye 23:20). Bu yasak yalnızca Yahudiler arası borçlarda geçerlidir; bir Yahudi’nin yabancıya (Yahudi olmayan birine) faiz alarak borç vermesine ise izin verilmiştir. Ancak Yahudi geleneğinde bu izin, Yahudiler arasında hiçbir şekilde faize meydan vermeme ilkesini güçlendirmek içindir: Tanrı, aynı topluluktan insanların birbirine tamamen karşılıksız ve çıkarsız şekilde iyilik yapmasını ister. Bu nedenle Yahudi toplumlarında faizli borç verme ahlaken kabul görmez.

(Ayrıca islam dini açısından altın günü caiz mi ve hristiyanlıkta altın günü yazılarımıza da göz atabilirsiniz.)

Faiz yasağı (İbranice ribbit veya ribis) o kadar katıdır ki borç verenin en ufak bir çıkar elde etmesi bile yasak kapsamındadır. Talmud, faizli kazancı “paranın bekletilmesinin ücreti (שכר המתנת מעות)” olarak tanımlar; yani borç verenin, parasını belirli bir süre kullandırması karşılığında ücret almasıdır ve bu doğrudan yasaktır. Örneğin, borç alan kişi normalde yapmayacağı şekilde borç verene özel iltifat gösterse, teşekkür etse veya fazladan bir hediye verse bile bunun “faiz” sayılabileceği belirtilir. Dolayısıyla yalnız anlaşılan para miktarı üzerinde ek bir ödeme değil, borç verme sebebiyle doğan her türlü menfaat dini açıdan faiz yasağına girer. Bu bağlamda, borç alan da borç veren de (hatta aradaki şahit veya yardımcılar bile) faiz günahına ortak olabilir. Kısaca Yahudi hukuku, borç ilişkilerinde kar amaçlı kazancı kesin olarak reddeder ve bunu en ağır mali günahlardan biri sayar.

Yahudi geleneği, borç vermeyi aslında bir iyilik ve sadaka biçimi olarak görür. Faiz yasağının ardındaki manevi gerekçe, toplumda dayanışmayı ve merhameti teşvik etmektir. Orta Çağ alimi Abarbanel, faiz almayı ekonomik olarak anlaşılabilir bulsa da Tanrı’nın bundan vazgeçilmesini bir “iyilik ve merhamet davranışı” olarak emrettiğini vurgular. Benzer şekilde, ünlü yorumcu Ohr HaChaim, Tevrat’taki “Eğer halkımdan fakir olana borç verirsen…” emrini şöyle açıklar: “İhtiyacından fazla paran varsa bil ki fazlası aslında fakirin hakkıdır”. Buradan anlaşıldığı üzere, Yahudilikte zengin-fakir arasındaki ilişkide borç vermek, gönüllü bir bağış gibi görülür; borç veren, parasının bir kısmını Tanrı’nın bir emaneti olarak fakire vermektedir. Bu yüzden borçtan kazanç sağlamaya kalkmak, emanete hıyanet ve haksız kazanç (hatta “hırsızlık”) olarak değerlendirilir. Sonuç olarak Yahudi ahlakında faizsiz borç vermek, doğrudan doğruya bir sevap ve sadaka eylemidir: Talmud’a göre borç vermek, ihtiyaç halindeki kişiye en yüksek düzeyde yardım etmenin yollarından biridir.

Altın Günü Nedir ve Faiz Yasağıyla İlişkisi

Halk arasında altın günü, genellikle bir grup insanın düzenli aralıklarla sabit miktarda para toplayıp sırayla her seferinde bir üyeye toplu meblağ vermesi şeklinde uygulanan dönüşümlü bir tasarruf ve borçlaşma sistemini ifade eder. Bu sistemde her üye belirlenen periyotlarda (örneğin ayda bir) aynı miktarda para öder ve her dönem bu para havuzundan bir kişi toplu ödemeyi alır. Döngü tüm üyelere sırayla ödeme yapılana kadar devam eder. Hiçbir üyeye anaparadan fazlası ödenmediği için sistem kendi içinde faiz barındırmaz – herkes toplamda sisteme ne koyduysa onu geri almaktadır. Peki Yahudi dini hukukuna göre böyle bir uygulama “caiz midir”? Özellikle faiz yasağı açısından incelendiğinde altın günü benzeri uygulamalarda görünürde bir faiz (ribbit) ihlali yoktur, çünkü kimse borç verdiğinden daha fazlasını geri almamaktadır.

Faiz yasağının özü, borç verenin zaman karşılığında gelir elde etmesini önlemektir. Altın gününde ise erken para alanlar, diğer üyelerin parasını geçici süreyle kullanma avantajı elde eder; geç alanlar ise o ana kadar birikim yapmış olur. Ancak bu “zaman avantajı” için ek bir ücret veya menfaat ödenmez. Dolayısıyla klasik tanımıyla “faiz” oluşmamaktadır. Nitekim Halakha’da da benzer bir senaryo tartışılmıştır: Birinin arkadaşına “Bu ay bana 100 birim borç ver, gelecek ay ben de sana 100 birim borç veririm” demesi prensip olarak faiz yasağını ihlal etmez, çünkü geri ödenecek tutar eşittir ve fazladan kazanç şartı yoktur. Buna karşılık “Bugün 100 ver, ben sana ay sonunda 110 vereyim” demek elbette açıkça faiz olur ve yasaktır. Altın günü, ilk duruma benzetilebilir: Üyeler birbirine denk miktarda borç verip almayı karşılıklı taahhüt etmektedir ve fazlalık yoktur. Bu nedenle birçok haham ve Halakha uzmanı, altın günü modelinin kendi başına ribbit kapsamına girmediği görüşündedir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, altın gününde borç verme vaadinin karşılıklı olmasıdır. Yani herkes, grubun diğer üyelerine borç vereceğini ve karşılığında kendi sırası gelince onlardan borç alacağını taahhüt eder. Bu aslında “sen bana borç ver, ben de sana borç veririm” şeklinde bir karşılıklılık anlaşmasıdır. İlk bakışta bu, “iyilik yap, karşılığını gör” mantığıyla yapıldığı için çıkar amaçlı görünmeyebilir. Ancak Halakha bu tür şartlı borçları da incelemiştir. Talmud’da “הלויני ואלווך” (“Bana borç ver, ben de sana borç veririm”) durumu tartışılır ve genel kural, borcun aynı tutarda ve kısa vadede karşılıklı olması halinde bunun doğrudan faiz sayılmadığı yönündedir. Önemli olan, kimsenin fazladan kâr elde etmemesi ve şartların eşit olmasıdır. Altın gününde de her üye eninde sonunda aynı miktarı vermiş ve almış olacağı için bu düzenek, yasaklanmış faiz kapsamına girmemektedir. Aradaki zaman farkı bir taraf lehine maddi kazanç oluşturmadığından, Halakha açısından bu uygulama prensipte meşrudur. Modern bir kaynakta da vurgulandığı üzere, faiz yasağının temelinde “verilen paranın beklemesinden kazanç sağlamak” yatar; altın gününde ise böyle bir kazanç yoktur, aksine herkes birbirine faizsiz borç vermekte, bu “bekleme süresi” için kimseden ücret alınmamaktadır.

Altın gününde erken toplu parayı alan kişiler elbette zaman avantajı elde eder – parayı daha önce kullanabilmenin getirisi vardır. Geç alanlar ise aslında ilk aylarda diğerlerine faizsiz borç vermiş konumundadır. Yahudilik, bir insana faizsiz borç vermeyi zaten övülen bir davranış olarak görür. Dolayısıyla grubun sonlarına kalan üyeler dini açıdan faziletli bir iş yapmış sayılır; ilk alanlar da faiz ödemeden borçlanmış olurlar ki bu da dinen sorun değildir. Burada kritik nokta, erken alanların geç alanlara herhangi bir ayrıcalık veya hediye vermemesi, sadece anaparayı ödemeye devam etmesidir. Bu şartlar sağlandığında, “zaman avantajı” tek başına ribbit kapsamına girmez çünkü ribbit sayılması için maddi bir menfaatin şart koşulması lazımdır. Altın gününde ise menfaat şartı değil, gönüllü bir dayanışma vardır. Nitekim hahamlar, topluluk üyelerinin kendi aralarında sırf ileride kendilerine de borç verilsin diye borç vermelerini teori düzeyinde tartışmış ve bunu yasak faiz kapsamına sokmamıştır; yeter ki geri ödeme aynıyla olsun ve hileli bir çıkar olmasın. Özetle, altın günü sistemi doğru uygulandığında Halakha’nın faiz yasağını ihlal etmiyor.

Toplum İçinde Faizsiz Borçlaşma ve Yardımlaşma Ahlakı

Yahudi geleneğinde faizsiz borç verme, en erdemli yardım şekillerinden biri kabul edilir. Hatta rivayete göre, “bir insana sadaka (tzedaka) vermek sevaptır, ancak ona faizsiz borç vermek daha da büyük bir sevaptır” denmiştir. Bunun nedeni, sadaka kişinin anlık ihtiyacını görürken faizsiz borcun kişiyi uzun vadede ayakta durabilecek hale getirmesidir. Borç alan, parayı işe yatırıp kazanç elde edebilir ve borcunu geri ödeyerek onurunu korur. Bu yüzden faiz almadan borç vermek, Yahudilikte “gemi̇lut hasadim” (iyilik ve sevap işi) adıyla anılır. Pek çok Yahudi cemaati tarih boyunca “gemach” (cemaat sandığı veya faizsiz borç fonu) adı verilen kurumlar kurmuştur. Gemach, “Gemilut Hasadim” ifadesinin kısaltmasıdır ve cemaat içinde ihtiyaç sahiplerine faizsiz borç vermek üzere oluşturulan dayanışma fonlarını ifade eder. Örneğin, bir cemaat üyesi evlenmek, sağlık masrafını karşılamak veya geçici nakit sıkışıklığını gidermek için gemach’e başvurur ve uygun bir ödeme planıyla faizsiz borç alır. Bu borç zamanla geri ödenir ve fon başkalarına devredilir. Böylece para sürekli döngü halinde birçok kişiye nefes aldırır, hiçbir aşamada da faiz uygulanmaz. Altın günü sistemi de aslında bu geleneğin gayriresmî bir versiyonu olarak görülebilir. Aradaki fark, gemach genelde varlıklı kişiler veya hayırseverler tarafından finanse edilirken altın gününde kaynak tamamen katılımcıların kendileridir ve herkes hem borç veren hem borç alan rolündedir. Yine de her iki uygulamanın da özünde yardımlaşma ve faizden kaçınma ilkesi yatar. Modern Yahudi yazarlar, dönüşümlü para günlerini küçük çaplı birer karşılıklı yardımlaşma sandığı olarak görmekte ve eğer doğru niyetle yürütülürse bunun Yahudi ahlakına uygun olduğunu vurgulamaktadırlar. Çünkü burada insanlar bankadan faizli kredi almak yerine birbirlerine sıfır faizle kredi sağlamış olurlar ki bu da dini açıdan teşvik edilen bir dayanışmadır. Nitekim Yahudi öğretileri, “başkasına muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabilmesi için insana yardım etmeyi” en yüksek iyilik sayar. Faizsiz borç vererek birini desteklemek tam da bu kapsamdadır.

Bu yardımlaşma ahlakının sağlıklı işlemesi için dürüstlük ve güven temel şartlardır. Yahudi hukuku, borç alıp da geri ödememeyi veya ödeme niyeti olmadan borç almayı kesinlikle kötü ve günahkâr bir davranış sayar. Şulhan Aruh’ta (Yahudi hukuk kodu) “Borç alan, eğer aldığı borcu gereksiz işlere harcayıp malı ziyan eder ve alacaklının alacağını tahsil etmesini imkânsız hale getirirse, bu kişi ‘kötü’ olarak adlandırılır” denir. Yani borç alan, aldığı parayı geri ödeyemeyecek duruma düşmemek için dikkatli olmalıdır; aksi halde hem kul hakkı ihlal edilmiş hem de dini bir emir çiğnenmiş olur. Altın günü gibi uygulamalarda da her üye, verdiği sözün arkasında durmakla yükümlüdür. Para havuzundan payını erken alan biri, sonraki aylarda ödemelere devam etmezse veya gruptan ayrılırsa, bu davranış hem ahlaki hem de dini bakımdan yanlış olacaktır – çünkü fiilen diğerlerinin hakkını gasp etmiş olur. Bu nedenle altın günü ancak bütün katılımcıların güvenilirliği ve şeffaflığı ile ayakta kalabilir. Yahudi hukuku da zaten bu tür karşılıklı parasal anlaşmalarda şeffaflığı destekler; hatta Mişna ve Şulhan Aruh, “anlaşmaları yazılı hale getirin, şahit tutun” diyerek ihtilafların önüne geçilmesini öğütler. Günümüzde bazı dini otoriteler, altın günü benzeri para döngülerine katılanlara, herkesin neyi ne zaman alacağını ve ödeyeceğini açıkça belgeleyen basit bir anlaşma yapmalarını tavsiye eder. Bu, ileride çıkabilecek anlaşmazlıkları önleyeceği gibi, katılımcılara da sorumluluklarını hatırlatır. Özetle, dürüstlük, sözünde durma ve hesap verilebilirlik bu sistemin hem dini hem sosyal açıdan belkemiğidir.

Şmita Yılı ve Prozbul: Altın Gününe Etkileri

Yahudi takvimine göre her 7 yılda bir “Şmita” (Bırakma/Yılı) yılı vardır. Tevrat, yedinci yılın sonunda toprağın bırakılmasının yanı sıra bütün borçların da bırakılmasını (affedilmesini) emreder. Tesniye kitabında, “Her kredi veren, komşusuna verdiği borcu bırakacak; artık ondan alacak talep etmeyecek, çünkü RAB’bin bıraktırma yılı ilan edildi” denir. Bu şu anlama gelir: Şmita yılının sonunda (İbrani takvimine göre o yılın Roş HaŞana’sında), o tarihe dek vadesi gelmiş fakat ödenmemiş tüm borçlar dini olarak düşer, alacaklı alacağını talep edemez hale gelir. Borçlu iyi niyetle geri ödemek isterse, alacaklıya “borcun aslında düştüğünü” hatırlatıp parayı gönül rızasıyla bir hediye olarak vermesi yönünde ısrar edilir; bu şekilde ödeme yapılması övülür, fakat alacaklı zorlayamaz. Şmita’nın bu kuralı elbette borç veren zenginleri endişelendirdiği için, Tevrat ayrıca “Yedinci yıl yaklaşıyor diye fakire borç vermekten kaçınma, gönül rahatlığıyla ver, Tanrı seni bereketlendirecek” diye uyarır (Tesniye 15:9–10).

Pratikte ise tarihte şöyle bir sorun doğmuştur: Şmita yılında borçlar silineceği için, özellikle zengin kesim Şmita’ya yakın dönemlerde borç vermekten çekinmeye başlamış ve bu da fakirleri zor duruma sokmuştur. M.Ö. 1. yüzyılda bilge Hillel bu durumu görmüş ve bir çözüm geliştirmiştir. Hillel, Tevrat’taki ifadenin dikkatlice okunmasından şu sonuca varır: “Kardeşine olan alacağını bırakacaksın” denir, yani şahıstan şahısa olan özel borçlar düşer. Ancak borç bir mahkeme veya kamu heyetine karşıysa (yani alacak kamusal bir otorite adına tahsil ediliyorsa), Şmita onu etkilemez. Hillel bu prensibe dayanarak “prozbul” adında bir hukuki belge/icraat icat etmiştir. Prozbul, alacaklının elindeki borç senetlerini ve haklarını bir Bet Din’e (dini mahkemeye) devrettiğini beyan eden bir belgedir. Bu sayede alacak, özel şahsi borç olmaktan çıkıp mahkeme nezdinde kamu borcu niteliğine kavuşur ve Şmita yılında düşmez. Prozbul, Hillel’in döneminden beri Yahudi hukukunda kabul görmüş bir çözümdür ve Şmita yaklaşırken dindar Yahudiler alacaklarını korumak için bu belgeyi düzenlerler. Günümüzde Şmita yılının borç affı, Tevrat’ta emredilen şekliyle uygulanmasa da (şu an daha çok rabbanî bir kural olarak sürdürülmektedir), dindarlar yine de işi sağlama almak için prozbul yapmaya devam eder. Örneğin en son 2022 yılında (5782 yahudi yılı) Şmita yaşandığında birçok Yahudi, alacaklı oldukları borçlar için prozbul düzenleyerek borçların düşmesini önlemiştir.

Peki prozbul ve Şmita, altın günü sistemini etkiler mi? Eğer altın günü belirli bir yıl içinde başlayıp bitiyorsa (örneğin 12 ay süren bir döngü) ve Şmita yılına denk gelmiyorsa, bu konuda bir problem çıkmaz. Ancak döngü Şmita yılını kesiyorsa veya borçların geri ödenmesi Şmita sonrasına sarkacaksa, halakhik olarak ilginç bir durum oluşur. Her ne kadar altın gününde resmi bir borç senedi olmasa da, üyelerin birbirine karşı ileriki ödemeler için alacak hakkı vardır. Örneğin grubun ilk ayında parasını alan kişi, diğer üyelere karşı gelecek aylardaki ödemeleri alma konusunda alacaklı konumundadır; diğer üyeler de ona borçlu gibidir (çünkü ona verdikleri parayı, kendi sıraları gelene dek ondan “geri alacaklar” şeklinde düşünebiliriz). Eğer Şmita yılı girer ve bu üyeler henüz kendi paylarını almamışlarsa, dini olarak borçlar affedilmiş olabilir. Böyle bir durumda katılımcılar arasında karışıklık ve tereddüt yaşanmaması için prozbul mekanizmasına başvurmak akıllıcadır. Yani altın günü grubundaki herkes, aralarındaki alacak-borç ilişkisini sembolik olarak bir Bet Din’e devrettiğini beyan eden bir prozbul imzalarsa, Şmita yılı bu borçları düşürmez ve ödemeler planlandığı gibi devam edebilir. Aksi halde, çok katı halakhik yorumla, Şmita sonunda henüz sırası gelmemiş kişilerin ödediği paralar bir nevi “borç” sayılıp silinebilir – pratikte kimse böyle yapmak istemeyecektir, çünkü bu bir istismara girer. Nitekim Tevrat, Şmita korkusuyla borç vermekten kaçınmayı yasakladığı gibi, borcun düşmesini suistimal etmeyi de hoş görmez. İdeal olan, altın günü döngüsünü Şmita yılından önce tamamlamak veya prozbul yaparak herkesin alacağının güvende olmasını sağlamaktır. Örneğin 2021 yılında başlayan 24 aylık bir altın günü grubu, 2022’nin Eylül ayında (5782 Şmita bitimi) bir prozbul düzenleyip geri kalan taksitlerin düşmediğini beyan edebilirdi. Özetle, Şmita kuralı altın günü sistemine teknik bir detay olarak yansır; bilinçli davranılırsa kolayca çözülebilir ve sistemin meşruluğunu zedelemez.

Modern Dönemde Yaklaşımlar ve Sonuç

Günümüzde Yahudi dini otoriteleri, altın günü benzeri karşılıklı tasarruf ve kredi (ROSCA) modellerine genel olarak olumlu bakmaktadır, tabii ki faiz yasağına uyulduğu sürece. İsrail ve diaspora Yahudi toplumlarında faizsiz kredi verme geleneği halen güçlüdür: Sinagog cemaatlerinin kurduğu gemach’lar, Yahudi Serbest Kredi Toplulukları (Hebrew Free Loan Society gibi kuruluşlar) insanlara faizsiz borç imkânı sunmaktadır. Bu kurumlar, altın gününe benzer şekilde parayı döndürür ancak genelde bağış veya varlıklı üyelerin sermayesiyle çalışır. Altın günü ise daha küçük ölçekli ve gönüllü bir gruptur. Her iki durumda da prensip aynıdır: “Kardeşine faizle para verme” yasağına riayet ederek dayanışma içinde finansman sağlamak. Modern hahamlar, altın günü konusunda özellikle dürüstlük ve niyet konusunu vurgularlar. Eğer bir grup insan altın gününü gerçekten birbirine yardımcı olmak, tasarruf etmek ve kimseyi faize bulaştırmamak amacıyla yapıyorsa, bunda dinen bir sakınca olmadığı gibi, bu davranış takdire şayandır. Faizsiz borç veren de alan da bir mitsvayı (dini iyi işi) ifa etmiş olur.

Bununla birlikte bazı uyarılar da dile getirilir: Altın günü hiçbir şekilde gizli faiz uygulamasına dönüşmemelidir. Örneğin, grupta ilk parayı alacak kişiden “organizasyon ücreti” adı altında fazla para toplanması veya son alan kişiye enflasyon farkı eklenmesi gibi durumlar olursa, bu artık ribbit kapsamına girebilir ve caiz olmaz. Bu yüzden tüm ödemelerin eşit ve adil olması, kimseden fazladan menfaat talep edilmemesi şarttır. Ayrıca herkesin katılımı gönüllü olmalıdır; bir baskı veya zorunluluk olmamalıdır. Modern dönemde bazı dini yazarlar, altın gününün İslam hukukundaki tartışmalı durumuna da atıf yaparak, “Bakın Yahudilikte önemli olan faiz almamak koşuluyla bu tür dayanışmalara izin vardır” demişlerdir. Gerçekten de İslam alimlerinin bir kısmı “karz-ı hasen (faizsiz borç) şartı ile borç verilmez” diyerek altın gününü eleştirirken, Yahudi hukukunda denk ve karşılıklı borçlaşma yasaklanmamıştır. Yani bir Yahudi, “Bugün ben sana borç veririm, yarın sen de bana aynı miktar borç ver” diyebilir ve bu, faiz sayılmaz. Bu noktada dinler arasında yaklaşım farkı olduğunu söylemek mümkün.

Günümüz hahamları somut örneklerle de rehberlik sunar: Örneğin, dini kurallara uygun faaliyet gösteren bazı Yahudi finans kuruluşları, bireyler arası borç platformlarında faiz geliri olacaksa mutlaka heter iska adı verilen dini sözleşmenin yapılmasını şart koşarlar. Heter iska, borcu kısmen yatırım ortaklığına çeviren ve kağıt üzerinde faiz yasağını aşan bir yöntemdir. Altın gününde ise zaten faiz olmadığı için böyle bir şeye gerek yoktur. Ancak bu örnek, dini mercilerin faiz konusundaki hassasiyetini gösterir. Aynı hassasiyet altın günü için de “faize kapı açacak bir gedik oluşmaması” yönündedir. Özetle, modern Yahudi dini otoritelerinin altın günü benzeri uygulamalara yaklaşımı temelde olumludur: Yahudi hukukuna aykırı bir yönü olmadığı, bilakis doğru uygulandığında yardımlaşma ve tasarrufu teşvik ettiği vurgulanır. Sadece, yukarıda değinilen dürüstlük, şeffaflık, gönüllülük ve halakhik teknik detaylara riayet edilmesi istenir.

Sonuç itibariyle, altın günü sistemi Yahudilikte caiz kabul edilir. Bu uygulama, Yahudi hukukunun borç verme ve faiz konusundaki temel prensiplerine uygun düşmektedir: Faiz yoktur, karşılıklı yardımlaşma vardır, cemaat içi dayanışmayı güçlendirir. Klasik Halakha da ribbit kavramını tanımlarken altın gününü yasak kapsamına sokmamıştır. Aksine, faizsiz borç vermek Yahudilikte övülen bir davranıştır ve altın günü bunu pratikte mümkün kılar. Gemach’lar ve diğer faizsiz fonlar gibi altın günü de Yahudi toplumu içinde faizsiz finansman kültürünün bir parçası olarak görülebilir. Elbette katılımcılar arasında güven esastır; herkes verdiği sözü tutmalı ve ahlaki yükümlülüğünü yerine getirmelidir. Gerekirse yazılı mutabakatlar ve prozbul gibi araçlarla dini kurallar da yerine getirilerek sistem işletilebilir. Tüm bu şartlar sağlandığında, Yahudi inancı açısından altın günü sistemi meşrudur ve herhangi bir sakınca içermez. Böyle bir uygulamaya katılan Yahudiler, hem faiz günahından korunmuş olacaklar, hem de birbirlerine karşı önemli bir mitsvayı (iyilik görevini) yerine getirmiş olacaklardır. Bu sayede, okuyucular başka bir kaynağa ihtiyaç duymaksızın, altın günü benzeri bir sistemin Yahudi dini bakımdan onaylanabilir olduğunu ve hangi şartlarla onaylandığını anlayarak bilinçli bir yargıya varabilirler.