Altın günü, Türkiye’de yaygın olarak uygulanan bir dayanışma ve tasarruf yöntemidir. Bu uygulamada belirli sayıda kişi düzenli aralıklarla bir araya gelerek her buluşmada toplanan altın veya parayı içlerinden bir kişiye verir. Böylece her katılımcı, sırası geldiğinde toplu bir ödeme alarak birikim yapmış olur. Altın günü bir nevi faizsiz kredi ve karşılıklı borç verme sistemi gibi çalışmaktadır.

İslam’da Altın Günü ve Dini Hükmü
Peki, İslam hukuku açısından altın günü caiz midir (dinen uygun mudur)? Bu soru, hem geleneksel (klasik) hem de modern alimler arasında tartışılmış ve farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Aşağıda, İslam’daki borç ve faiz kavramlarını özetledikten sonra, altın gününü caiz gören ve caiz görmeyen yaklaşımları delilleriyle ele alacağız. Hedefimiz, konuyu tüm yönleriyle açıklayarak okurun başka bir kaynağa ihtiyaç duymayacağı kapsamlılıkta bilgi sunmaktır.
(Ayrıca hristiyanlıkta altın günü ve yahudilik te altın günü yazılarımıza da göz atabilirsiniz.)
İslam’da Borç ve Faiz Kavramları
İslam dininde borç vermek (karz), ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmanın önemli yollarından biridir ve teşvik edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah yolunda borç vermek, kat kat mükâfatı olan bir iyilik olarak övülür (Bkz. Teğabün 64/17). Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de bir sadakaya on kat sevap verileceğini, borç vermeye ise on sekiz kat sevap verileceğini bildirmiştir. Yani karşılık beklemeden borç vermek, İslam’da sadaka kadar (hatta bazı durumlarda daha da) faziletli görülmüştür. Buna göre altın günü gibi faizsiz borçlaşma içeren dayanışma yöntemlerinin dini açıdan olumlu bir yönü olduğu düşünülebilir.
Diğer yandan, İslam’da faiz (ribâ) kesin olarak haram kılınmıştır. Özellikle borç alıp verme işlemlerinde, borcun fazlasıyla geri ödenmesi veya borç sayesinde taraflardan birine ekstra bir menfaat şart koşulması faiz kapsamına girer. Klasik fıkıh kaidesi, “Borç verilen şey misliyle (aynı miktar ve cinsten) geri ödenir; herhangi bir fazla geri ödeme şart koşulursa bu fazlalık faiz olur” şeklinde özetlenebilir. Ayrıca İslam hukukunda “Her borç, (şart koşulan) bir menfaat sağlarsa faizdir” şeklinde meşhur bir kaide de bulunmaktadır. Yani eğer borç verme işlemi, borç verenin ekstra bir kazanç elde etmesine yol açıyorsa dinen caiz değildir.
Yukarıdaki prensipler ışığında altın gününe baktığımızda şu soru ortaya çıkar: Altın günü uygulaması bir tür faizli işlem midir, yoksa meşru bir yardımlaşma mıdır? Bu konuda farklı alimler farklı değerlendirmeler yapmıştır. Kimileri altın gününü, karz-ı hasen (güzel borç, karşılıksız ödünç verme) kapsamında görüp caiz derken, kimileri ise gizli bir menfaat içerdiği endişesiyle caiz görmemiştir. Aşağıda bu iki yaklaşımın gerekçelerini detaylı biçimde ele alıyoruz.
Altın Gününü Caiz Görenlerin Görüşleri ve Gerekçeleri
Birçok modern İslam alimi ve fetva kurumu, altın günü yapmanın dinen sakıncalı olmadığı kanaatindedir. Onlara göre altın günü, katılımcıların birbirine faizsiz borç vermesi esasına dayanır ve doğru uygulandığında haram kılınan faiz muamelesine girmez. Bu görüşü savunanların belli başlı delil ve gerekçeleri şunlardır:
- Kimse kâr veya zarar etmiyor, herkes verdiğini geri alıyor: Altın gününde tüm katılımcılar sonunda ne verdilerse onu geri almaktadır. Dolayısıyla bir taraf diğerine göre fazladan kazanç elde etmiş olmuyor, kimse mağdur edilmemektedir. Nitekim bu görüşü benimseyen kaynaklar, “Bazıları bunun caiz olmayacağını söylemişse de … bunda caiz olmayacak taraf yoktur. Çünkü kimse mağdur olmuyor. Herkes sırası gelince verdiği altını aynen geri alıyor” diyerek altın gününde mağduriyet veya haksız kazanç olmadığını vurgular. Sonuçta on kişi varsa herkes on defa altın verip, bir defa da on altını birden kendisi alır; bu, taraflar arasında bir haksızlık doğurmaz.
- Borç verme İslam’da teşvik edilmiştir ve altın günü de bir borçlaşma biçimidir: İslam dini borç vermeyi, özellikle de faizsiz borç vererek muhtaçlara yardım etmeyi, sevap kazandıran hayırlı bir iş olarak görür. Altın gününde de aslında her ay biri diğerlerine borç vermekte, sonra sırası geldiğinde o da borç almaktadır. Bu nedenle uygulama, dinin övdüğü karşılıklı yardımlaşma ruhuna uygundur. Nitekim Diyanet’e bağlı fetva mercilerinin açıklamalarında, “Borç verme İslâm’da teşvik edilen bir husustur… Kadınlar arasında düzenlenen toplantılarda her bir katılımcının toplanan meblağı dönüşümlü olarak her ay içlerinden birine vermeleri şeklindeki uygulamada bir sakınca yoktur. Çünkü bu, sonuçta bir borç verme işlemidir” denilerek altın gününün borç verme ameliyesi olduğu ve tek başına bu yönüyle haram sayılamayacağı belirtilmiştir. Önemli olan, bu borçlaşmada hiçbir fazlalığın şart koşulmaması ve kimsenin zarara uğratılmamasıdır
- Faiz hükmü uygulanmaz, çünkü faiz sayılacak bir fazlalık veya tek taraflı menfaat yoktur: Altın gününde herkes anlaşılan miktarı verir ve aynı miktarı alır; borcun karşılığında fazladan bir ödeme yapılması söz konusu değildir. Faiz olması için borç verenin anaparadan fazla bir çıkar elde etmesi gerekirdi. Oysa altın gününde geri ödemeler, alınan borcun misliyle aynıdır, hiçbir katılımcı net kazanç elde etmez. Dolayısıyla “her borcun getirdiği menfaat faizdir” kaidesindeki menfaat unsuru burada yoktur veya karşılıklıdır. Ürdün fetva kurulu da bu noktaya dikkat çekerek, bu tür para günlerinin şer’an caiz olduğunu ve “bu uygulamanın, ‘her menfaat getiren borç faizdir’ kaidesi kapsamına girmediğini” ifade etmiştir. Zira orada kastedilen yasak menfaat, borçtan doğan fazladan ücret veya tek taraflı çıkar olup altın gününde böyle bir fazlalık yoktur.
- Karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma niyeti esastır: Altın günü uygulaması, katılımcıların birbirine güvenerek ve dayanışma amacıyla borç para vermesi anlamına gelir. Bu sosyal dayanışma niyeti, kumar veya faiz gibi kötü niyetlerden tamamen uzaktır. Amaç birilerini sömürmek değil, herkesin bir dönem toplu paraya erişimine imkan tanımaktır. Bu yönüyle İslam’ın teşvik ettiği yardımlaşma (ta‘âvün) prensibine uygundur. Nitekim İslam hukukunda, karşılıklı ödünç verme içeren bazı işlemlerin caiz olduğu klasik kaynaklarda da geçmektedir. Örneğin bir fıkıh eserinde, bir grup kadının her hafta aralarında para toplayıp sırayla almaları uygulamasının “caiz bir işlem” olduğu belirtilmiştir. Bu da, benzeri uygulamaların geçmişte de olumlu görülebildiğini göstermektedir.
- Resmi fetva kurulları ve birçok çağdaş alim altın gününü onaylamıştır: Suudi Arabistan’daki üst düzey alimlerden oluşan Kıdemli Alimler Konseyi, 1990 yılında bu konuyu değerlendirmiş ve oyçokluğuyla altın günü benzeri para havuzu uygulamasının haram olmadığına karar vermiştir. Konsey, bu tür uygulamalarda “tüm katılımcıların eşit şekilde fayda gördüğünü, hiçbir kimsenin diğerine göre fazla kazanç elde etmediğini ve kimsenin zarara uğramadığını, dolayısıyla şer’an yasaklanmasını gerektirecek bir durum bulunmadığını” ifade etmiştir. Benzer şekilde merhum Şeyh İbn Bâz gibi tanınmış alimler de “herhangi bir tarafın diğerinden daha fazla menfaat sağlamadığı bir borç olduğu için bunda bir sakınca yoktur” diyerek altın gününe cevaz vermişlerdir. Türkiye’de Diyanet kurumları (örneğin Konya Müftülüğü) altın gününü “her ay toplanan altınların yıl sonunda aynı şekilde iade edildiği, kimsenin kandırılmadığı” bir borç dayanışması olarak tanımlamış ve herhangi bir dinî sakıncası olmadığı yönünde görüş bildirmiştir. Özetle günümüzün yaygın fetva anlayışında, usulüne uygun altın günü yapmak caiz görülmektedir.
Yukarıdaki gerekçeler ışığında altın gününü savunanlar, bu uygulamanın faizli bir muamele değil, aksine faizden kaçınarak yapılan bir yardımlaşma yöntemi olduğunu belirtirler. Ancak konuyla ilgili tek görüş bu değildir. Bazı alimler ve çevreler ise farklı bakış açılarıyla altın gününü caiz görmemekte ve sakıncalı bulmaktadır. Şimdi de bu karşı görüşün dayanaklarına bakalım.
Altın Gününü Caiz Görmeyenlerin Görüşleri ve Gerekçeleri
Altın gününe olumsuz bakan görüş sahipleri, bu uygulamada ilk bakışta görünmeyen bazı faiz riskleri veya sakıncalar olabileceğini öne sürmüşlerdir. Özellikle klasik fıkıh kaideleri ve bazı ihtiyatlı yaklaşımlar gereği, altın gününü “adı konulmamış bir faizli borç düzeni” gibi değerlendiren alimler vardır. Bu görüşte olanların ileri sürdüğü başlıca gerekçeler şunlardır:
- “Her borcun getirdiği menfaat faizdir” kaidesi gereği sakıncalıdır: Karşı görüşe göre altın gününde her ne kadar maddi bir fazlalık (örneğin faiz gibi fazla ödeme) olmasa da, borç veren kişi bir menfaat beklentisiyle borç vermektedir. Yani bugün altınını veren kimse, ileride toplu olarak altınları kendi alacağı beklentisiyle bunu yapıyor. Bu da borç verene dolaylı bir menfaat sağlamış oluyor. Nitekim bu görüşü dile getiren bir hoca, “İslam fıkhında şöyle bir kaide vardır; her borç ki veren kimseye menfaat sağlıyor, bu caiz değildir… Altın gününde borcu veren, daha sonra bu altınların kendisine döneceğini bilerek, bu menfaati gözeterek veriyor” diyerek altın gününü karz karşılığı menfaat kapsamına sokmuştur. Bu bakış açısına göre, altın günündeki asıl motivasyon “bugün ben sana borç vereyim ki yarın sen de bana borç ver” düşüncesidir; bu ise “sen bana ver, ben de sana vereyim” şartına bağlı bir borçlaşmadır ve klasik fıkıhta sakıncalı görülmüştür.
- Erken alanın avantajı, geç alanın dezavantajı vardır: Eleştirel yaklaşıma göre, altın günü her ne kadar sonunda herkesin eşit miktar almasıyla bitse de zamanlamadan doğan bir kazanç/mağduriyet ihtimali vardır. Örneğin gruptaki ilk ay altınları toplayıp alan kişi, bu parayı hemen kullanma veya yatırım yapma imkanına kavuşurken, en son alan kişi ise ancak en sona kadar beklemek zorundadır. İlk alan, aldığı 12 altını 12 ay boyunca işletip belki 20 altına çıkarabilirken son alan böyle bir imkan bulamamaktadır. Bu durumda bir nevi zaman avantajı söz konusu olup, parayı erken alanlar daha uzun süre kullanarak örtük bir menfaat elde etmektedir. Her ne kadar “kimse kâr etmiyor” denilse de bu zaman farkı nedeniyle kazanç potansiyelleri eşit değildir. Faiz olmasa bile adalet açısından bir dengesizlik bulunduğunu düşünenler, ihtiyatla yaklaşarak caiz olmadığı kanaatine varmışlardır.
- Klasik fıkıh kaynaklarında benzer durumlar faiz sayılmıştır: Geleneksel bazı fıkıh kitapları, altın gününe birebir değinmemekle birlikte benzer mantığa sahip uygulamaları faiz kapsamına sokan örnekler verir. Örneğin klasik bir örneğe göre iki kişinin ortak bir ineği olsa, sütünü bir gün biri, ertesi gün diğeri alacak şekilde paylaşmaları faiz olur; zira her günkü sütü eşit bölüşmek gerekmektedir. Yine iki kişi ortak bir eve sahip olup kirayı aylık dönüşümlü paylaşsalar (bir ayın kirasını tamamen bir ortak, sonraki ay diğer ortak alacak şekilde) bu da caiz görülmez, her ayki kira gelirinin ortaklar arasında eşit taksim edilmesi gerekir. Bu örneklerde, ortak bir değerden dönüşümlü ve tek taraflı faydalanmak faiz benzeri bir işlemdir denilmiştir. Altın günü de aslında belirli bir para havuzundan dönüşümlü tek taraflı fayda sağlamaktır; bu nedenle tıpkı bu örneklerdeki gibi faiz hükmüne gireceğini savunanlar vardır. Özellikle Hanefi ekolünde, böyle dönüşümlü menfaat anlaşmalarına karşı ihtiyatlı bir yaklaşım bulunabilmektedir.
- Şeklen hediye olarak yapılması önerisi: Altın gününü caiz görmeyen bazı hocalar, eğer bu uygulama borç niyetiyle değil de hediyeleşme şeklinde gerçekleştirilirse caiz olabileceğini belirtirler. Örneğin her buluşmada ev sahibine “hediye” niyetiyle altın verilirse ve tamamen gönüllülük esasına dayanırsa, bu dini açıdan sorun teşkil etmez. Çünkü hediye vermek meşru ve sevap bir davranıştır; verilen altının geri istenmesi gibi bir şart da yoksa faiz muamelesi olmaz. Nitekim “Para veya altın verilirken ‘hediye ettim’ diye verirse mahzuru olmaz” şeklinde fetva verenler olmuştur. Ancak burada pratik bir sorun ortaya çıkar: Uygulamada altın gününe katılanlar gerçekte hediye değil, ileride geri almayı bekleyerek vermektedir. Yani niyetleri tasarruf/borç olup sadece şeklen “hediye” demek, bir çeşit hile-i şer’iyye (şer’î hile) gibi görülebilir. Karşı görüş sahipleri bu nedenle bu tür niyet oyunlarına sıcak bakmamakta; altın gününü hediye şeklinde formüle etmek yerine hiç yapmamanın daha doğru olacağını ima etmektedirler.
- Güven ve risk sorunları: Bu bakış açısına göre, altın günü her ne kadar iyi niyetli bir yardımlaşma olsa da, sistematik bir risk içerir. Katılımcılardan biri verdiği parayı sonra geri alamadan gruptan ayrılır veya iflas ederse diğerleri zarara uğrayabilir. Elbette bu risk dünyevi bir konudur ve her ortaklıkta olabilir; ancak dinen insanların garar (belirsizlik) ve rizikoya sokan işlemlerden kaçınmaları öğütlenir. Altın gününde bağlayıcı resmi bir sözleşme olmaması, tamamen güvene dayanması sebebiyle, “ya birisi ödeyemezse” endişesi de dile getirilmektedir (her ne kadar bu, caizliğinden ziyade pratik bir kaygı olsa da). Bu nedenle bazı hocalar, özellikle güvenilmeyen kimselerle böyle para işine girmenin helal kazancı tehlikeye atabileceğini belirtirler. Bu görüş, altın gününe dinî bir yasaktan ziyade ihtiyatla yaklaşma tavsiyesi olarak görülebilir.
Yukarıdaki gerekçeler altın gününü caiz görmeyenlerin ileri sürdükleri temel noktalardır. Özetle, bu görüşte olanlar “işi şüpheliye düşürmektense uzak durmanın evla olduğu” prensibiyle hareket etmektedir. Klasik dönemden aktarılan bazı katı ölçütlere bağlı kalarak, altın gününün faiz benzeri bir yönü olabileceği endişesini taşırlar.
Sonuç ve Değerlendirme
Görüldüğü üzere, İslam’da altın günü uygulaması hakkında iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Birinci yaklaşım, bugün yaygın olarak fetva mercilerinin benimsediği görüştür ve altın gününü prensip olarak caiz görür. Bu yaklaşıma göre altın günü, faiz yasağını ihlal etmeyen bir karz-ı hasen (faizsiz borç) dayanışmasıdır. Hiçbir katılımcı net fazla ödeme yapmadığı ve haksız kazanç olmadığı için dinen sakınca yoktur. Aksine, insanların bir araya gelip birbirlerine borç vermeleri ve sırayla ihtiyaçlarını karşılamaları İslam’ın teşvik ettiği yardımlaşma ruhuna uygundur. Nitekim günümüzde Diyanet fetvaları ve birçok muteber alim, altın gününü doğru niyet ve şartlarla yapıldığında helal görmekte, bu yolla birikecek paranın da meşru olduğunu belirtmektedir. Eğer ortada gizli bir faiz şartı yoksa, toplanan altınların sonunda herkes için eşit olması sayesinde altın gününe katılan kimse dini bir vebal altına girmemiş olur.
İkinci yaklaşım ise ihtiyatı elden bırakmayan bir azınlık görüştür ve altın gününe temkinli veya menfi bakar. Bu görüştekiler, özellikle klasik fıkıh kurallarını dikkate alarak bu tip dönüşümlü para havuzlarında şeklen olmasa da özde bir faiz unsuru bulunabileceğini söylemektedir. Onlara göre borç verenin ileride aynı miktarı geri almayı şart koşması, borcu bir menfaat beklentisine bağlar ve bu da ruhen faiz yasağına yakındır. Ayrıca zamanlama farklılıklarından doğan avantajlar da adalet duygusunu zedeleyebilir. Bu sebeple kimi hocalar, “uzak durmak en iyisi” diyerek altın günü yapmamayı tavsiye etmektedir. Eğer yapılacaksa da en azından her verişte “hediye” niyeti* dile getirilerek hukuken faizli işlem kapsamından çıkarılması gerektiğini savunanlar vardır.
Peki, pratik olarak Müslümanlar bu konuda ne yapmalı? Öncelikle, kişinin hangi görüşe uyacağı kendi vicdanına ve güvendiği alimlerin fetvasına kalmıştır. Genel kanaat altın gününün uygun olduğu yönündedir ve bu görüşün sağlam dayanakları vardır. Dolayısıyla altın günü yapan bir kişi, borçların vaktinde ve eksiksiz ödendiği sürece kendini güvende sayabilir. Ancak bu, altın gününü gelişi güzel yapabileceği anlamına gelmez. Dikkat edilmesi gereken noktalar da bulunmaktadır:
- Faiz Şartına Girmemek: Altın günü tamamen faizsiz bir dayanışma olarak kalmalıdır. Katılımcılar, hiçbir şekilde fazla ödeme, gecikme faizi, cezaî şart vs. koymamalıdır. Herkes ne verdiyse onu almalı; eğer enflasyon farkı vb. gerekçelerle bile olsa biri diğerine fazla öderse bu helal olmaz.
- Güvenilir Katılımcılar: Grup üyeleri birbirine güvendiği, ödeme ahlakı olan kişiler olmalıdır. Zira sistem karşılıklı güvene dayanır. Eğer içlerinden biri ödemesini yapmazsa, bu dini hükümden ziyade kul hakkı ve emanete hıyanet meselesine girer ki bu da büyük günahtır. Bu nedenle altın günü yaparken, “emanete riayet edecek insanlar” ile yapmak önemlidir.
- Niyet ve Dürüstlük: Niyet gerçekten yardımlaşma ve tasarruf olmalıdır. Her ne kadar teknik olarak lafzen “hediye” demek zorunlu değilse de, katılımcılar birbirine yardım etme, kısa vadeli borç verme niyetiyle hareket etmelidir. Arada gizli bir çıkar sağlama düşüncesi olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki ameller niyetlere göredir; altın gününü bir kumar veya çıkar oyunu gibi görmek zaten kul hakkına ve dinin ruhuna aykırıdır.
- İsraf ve Gösterişten Kaçınmak: Altın günü genellikle sosyal bir etkinlik olduğundan, bu buluşmalarda verilen ikramlar veya yapılan ağırlamalar konusunda israftan kaçınmak da dini bir hassasiyettir. Bazı altın günü toplantılarında maalesef gereğinden fazla gösterişli sofralar hazırlanarak israf boyutuna varıldığı görülür. Bu durum dinen hoş karşılanmaz. İslam, mütevazı ikramı ve israftan uzak durmayı öğütler. Nitekim uzmanlar, “bu toplantılarda israflı sofralar kurarak kötü örnek olunmasa, aksine mütevazı ikramlarda bulunulsa; sofranın güzelliği israfında değil iktisadında olduğu anlatılmış olsa” diyerek altın günü yaparken bile ölçülü davranmanın önemini vurgulamaktadır. Amaç, sosyal dayanışmayı gösterişe dönüştürmek değil, gerçekten ihtiyaçları karşılamaktır.
Sonuç olarak, altın günü yapmanın İslam’daki hükmü konusunda genel kabule yakın görüş bunun caiz olduğu yönündedir. Modern dönemde gerek Türkiye’de gerek diğer İslam ülkelerinde fetva otoriteleri, gerekli şartlar sağlandığında altın gününü helal bir uygulama olarak görmektedir. Bu uygulamayı küçük çaplı bir mikro-finans dayanışması ya da rotating savings (döngüsel birikim) modeli olarak düşünürsek, İslam’ın yasakladığı faize alternatif, güzel bir yardımlaşma örneği olduğu bile söylenebilir. Ancak bu görüş birliği değildir; kalben şüphe duyan veya daha titiz olmak isteyen kişiler elbette ki altın günü yapmamayı tercih edebilir ya da her verdiğini gerçekten hediye edip karşılık beklemeyerek yapabilir.
Önemli olan, kul hakkına girmemek, kimseye haksız kazanç sağlamamak ve dinin faiz yasağını çiğnememektir. Bu şartlara riayet edildiği müddetçe, altın günü gibi yöntemlerle insanların birbirine destek olması İslam’ın rahmet ve yardımlaşma prensipleriyle bağdaşan bir davranış olacaktır. Her konuda olduğu gibi, bu meselede de “dinimiz ne bildiriyorsa ona uymak gerekir” prensibi akıldan çıkarılmamalı; en güvenilir yol ne ise mümin onu tercih etmelidir.
Kısaca özetlersek: Altın günü yaparken haram olan faiz uygulamasına düşülmediği takdirde, İslam dini bunu caiz görmekte ve bir dayanışma faaliyeti olarak desteklemektedir. Birçok çağdaş İslami görüş bu yöndedir ve altın gününe katılanlar, dinen bir engel olmadan birikim yapabileceklerini bilmelidir. Bununla beraber bazı alimlerin ihtiyaten karşı çıktığı da unutulmamalıdır. Bu da bizlere, bu tür faaliyetleri yürütürken dini hassasiyetlerimizi korumayı, şüpheli durumlardan kaçınmayı ve niyetimizi halis tutmayı hatırlatır. Okuduğunuz bu bilgiler ışığında, İslam’da altın gününün hükmünü hem klasik hem modern bakış açısıyla kapsamlı şekilde kavramış olmanızı ümit ediyoruz. Artık altın günü yapmanın dini boyutu hakkında bilinçli bir karar verebilir, gerekirse güvendiğiniz bir din adamına danışarak içinizi rahatlatabilirsiniz. Unutmayalım ki dinde aslolan, kolaylık ve karşılıklı yardımlaşma ruhunu muhafaza etmektir. Altın günü de bu ruha uygun şekilde yapıldığında, birlik beraberliği güçlendiren hayırlı bir vesile olabilir.



